Menu
 


Tasarım Delili

TASARIM DELİLİ TASARIM KANITI
DÜZEN VE GAYE DELİLİ, TELEOLOJİK DELİL, İNAYET DELİLİ
İçinde yaşadığımız muhteşem evren, galaksilerinden gezegenlerine, atmosferinden rüzgarlarına, çiçeklerinden balıklarına, kuşlarından böceklerine kadar çok ilginç bir ortamdır. Evrendeki tüm bu varlıklardan ve oluşumlardan hareketle, bunları yaratan bilinçli bir Yaratıcı’yı delillendirmek çok eskiden beri kullanılan bir yöntemdir. Materyalist ateizmin yükselişiyle, bu delilin geçersiz olduğu, evrenin tesadüflerin neticesinde meydana geldiği görüşü oldukça taraftar bulmuş ve bu delil eski popülerliğini kaybetmiştir. Fakat özellikle son kırk-elli yılın bilimsel gelişmeleri, bu delilin bilimin en son verileriyle yeniden canlanmasına sebep olmuştur.
Eskiden, saat ve saati yapan usta arasındaki ilişkiyle, evren ve onun Yaratıcı’sı arasında benzerlik kurma oldukça yaygın bir anlatım şekliydi. Son dönemdeki gelişmeler ile bahsettiğimiz analojiye benzer anlatımlar yerine, özellikle olasılık hesabına dayalı matematiksel anlatım yöntemleri yaygınlık kazanmıştır. Bu yaklaşım ve yeni elde edilen veriler, tarih boyunca savunulan “tasarım delili”nin daha da zenginleşmesine yol açmıştır. “Tasarım delili” ile kastettiğim delil aslında, tarih boyunca savunulan düzen ve gaye deliliyle, inayet deliliyle, teleolojik delil ile aynıdır. Bu delilin değişik adlarla incelenmesi; kimi zaman evrendeki düzenin, kimi zaman gayenin, kimi zaman evrenin insan ve diğer canlılara uygun bir tarzda düzenlediğinin ön plana çıkartılması bir şey değiştirmez. Çünkü tüm bu yaklaşımlardan, evrenin bilinçli bir Güç tarafından tasarımlandığı, evrendeki tasarımın üstün bir Kudret tarafından gerçekleştirildiği ve evrenin tesadüflerin eseri olmadığı anlaşılır. Evrendeki farklı aşamaların canlıların oluşacağı şekilde yaratılması, bir gayeye uygun yaratılışı(teleolojiyi); yıldızların, atom-altı parçacıkların, Dünya’mızın ve canlı bedenlerinin mükemmel işleyişi düzeni; evrendeki tüm oluşumların canlı hayatın oluşacağı ve süreceği şekilde gerçekleşmiş ve gerçekleşiyor olması ise inayeti gösterir. Bu yüzden kitabın bu bölümünün başlığını; dileyen düzen delili, dileyen gaye delili, dileyen inayet delili, dileyen de Batı’da yaygın olarak kullanılan deyimiyle teleolojik delil olarak görebilir.
TANRI EVRENİN NERESİNDE
Big Bang teorisi, evrenin çok yoğun ve çok sıcak bir tekillikten meydana geldiğini, evrenin sürekli genişlediğini ve bu genişlemedeki farklı aşamalarda atom-altı dünyadan birinci, ikinci ve üçüncü dönem yıldızlara kadar tüm oluşumların gerçekleştiğini göstermiştir. Evrenin birbirinden farklı tüm aşamalarında çok kritik değerler seçilmiştir. Evrenin varlığı da, galaksilerin varlığı da, canlıların varlığı da, insanların varlığı da bu kritik değerlere bağlıdır. İlerleyen sayfalarda okuyacağınız listede göreceğiniz tüm kritik değerler, evrenin tüm aşamalarının bilinçli bir şekilde yaratıldığını göstermektedir. Görülüyor ki “Tanrı evrenin neresinde?” sorusunun cevabı “Tanrı evrenin her aşamasında mevcuttur” şeklindedir. Evrenin her aşaması özel olarak tasarlanmıştır ve bu da Tanrı’nın, evrenin her aşamasında aktif olduğunu göstermektedir.
ZAMANIN İZAFİLİĞİ VE TANRI’NIN MÜDAHALESİ
Tanrı’yı, bir saati yapıp, onu kendi haline bırakan bir ustaya benzetmek yanlış olur. Saat bir kez yapıldıktan sonra hep aynı hareketi tekrarlar. Oysa Big Bang göstermiştir ki evrenin birbirine denk tek bir anı yoktur, evren sürekli genişleyerek değişmektedir ve evrenin her aşaması birbirinden farklıdır. Birbirlerinden farklı tüm aşamalar ise bilinçli bir şekilde düzenlenmiştir. Bu, Tanrı’nın evreni yaratıp bırakmadığını, evrenin her aşamasına hakim olduğunu ve her aşamasından haberdar olduğunu gösterir.
Bazıları Leibniz gibi, Tanrı’nın evrenin her aşamasını baştan düzenlediğini (buna baştan her aşamaya müdahale ettiğini de diyebiliriz) söylemişlerdir. Bazıları ise Malebranche gibi, Tanrı’nın her an evrene ve insanların tüm fiillerine müdahale ettiğini vurgulamışlardır. Bu anlatımların birincisinden Tanrı’nın evrenin her aşamasına müdahale etmediğini, ikincisinden ise Tanrı’nın evrenin bütün aşamalarını baştan bilmeyip her aşamaya sonradan(baştan değil de, aşama anında) müdahale ettiğini düşünerek yanlış anlayanlar olabilir. Leibniz, Tanrı’nın baştan her aşamayı bildiğini bu yüzden baştan tüm müdahaleleri gerçekleştirdiğini savunmuştur. Malebranche ise Tanrı’nın bilgisinde eksik bir şeyler olduğunu değil, Tanrı’nın müdahalesinin her an gerçekleştiğini anlatmak istemiştir.
İzafiyet teorisi bu sorunun çözümünü daha iyi anlamamızı sağlamıştır. İzafiyet teorisine göre zaman izafidir, mutlak bir kavram değildir. Buna göre evrenin başlangıcı ile evrenin herhangi bir aşamasındaki milyarlarca sene arasındaki fark önemsizdir. Örneğin Dünya’mızın yaratılışını sağlayacak şekilde Tanrı’nın Big Bang’i baştan ayarladığını söylemekle, Big Bang’den on milyar yıl sonra Tanrı’nın müdahale ederek Dünya’yı yarattığını söylemek arasında ciddi bir fark kalmamıştır. İzafiyet teorisi bambaşka bir boyutta on milyar yılın önemsiz olabileceğini göstermiştir, aradaki milyarlarca yıl önemsizleştiğinde ise ortada sorun kalmamaktadır.
NEDENSELLİK AKLIN GARANTİSİDİR
Önemli olan evrenin bilinçli bir şekilde tasarımlandığını gösterebilmektir. Bu, Tanrı’nın evrene müdahalesinin, hakimiyetinin ve her şeyden haberdar oluşunun delilidir. Astronomideki, kimyadaki, biyolojideki sayısız delil bunu desteklemektedir. Bütün bilimler olayları neden-sonuç çerçevesinde açıklamaktadırlar; bilimin varlığı neden-sonuç ilişkilerine bağlıdır. Aklımızın olaylar hakkında düşünmesi de neden-sonuç ilişkilerine bağlıdır. Örneğin okuyucuların bu kitabı okuması için bu kitabın yazılması ve matbaanın bu kitabı basması gerekmektedir. Kitabın yazılması ve matbaada basılması okunması için nedendir. Hiçbir zaman önce sonuç, sonra neden gerçekleşmez; Bir kitabı yazarı yazmadan okuyucusu okuyamaz.
Bunları şunun için anlatıyorum. Bazıları bilimin kanunlarıyla (neden-sonuç ilişkileriyle) evrenin açıklandığını söyledikten sonra, “Madem bilim her şeyi açıklıyor, Tanrı bunun neresinde?” diye sormuşlardır. Oysa bilim ve nedensellik evrenin yaratılmadığını değil, evrenin işleyiş mekanizmalarını açıklar. Bunlar ise Tanrı’nın varlığının karşıtı değildir. Bilakis evrenin işleyiş mekanizmaları ne kadar iyi açıklanırsa, evrenin düzeni o kadar iyi açıklanmakta, bu da Tanrı’nın evreni yarattığına dair deliller sunmaktadır. Mekanizm ve bilim kanunları gayeselliğin zıttı değil, anlaşılmasının aracıdır. Mekanizm ve gayesellik bazılarının gösterdiğinin aksine iç içe geçmişlerdir. İbni Rüşd’ün dikkat çektiği gibi, evrendeki nedenselliğe bağlı mekanizm, Tanrı’nın varlığını temellendirmemizi sağlar. “Neden nedensellik var?” diye soran birine, “Nedenselliğin olması sayesinde neler olduğunu incele, cevabı bulursun.” diye yanıt verebiliriz.
Evrenin nedensellik kanunları çerçevesinde işlemesi ve insan zihninin bu işleyişi anlayabilmesi, evrendeki tasarım delillerinin en ilginçlerinden biridir. Evrende hiçbir düzen olmayabilirdi veya evrendeki düzen o kadar karışık olabilirdi ki insan zihni, evreni karışık bir rüya gibi anlayamadan seyrederdi. Öyleyse zihnin doğuştan nedensellik kategorisine ve evreni anlama yeteneğine sahip olmasıyla dış dünyanın anlaşılır oluşu da bir tasarım delilidir. Evrenin ve insan zihninin birbirine göre ayarlanmış olması bir tasarım harikasıdır (Bu konu 8. bölümde de işlenmiştir). Dış dünyanın anlaşılması için gerekli şartlar dört maddede kısaca özetlenebilir:
1- İnsan zihninde doğuştan anlama yeteneği ve bilinç var olmalıdır. Bunun için doğuştan zaman, uzay, nedensellik gibi kategorilerin zihinde var olması lazımdır.
2- İnsanın anlama yeteneği ve hafızası gibi özellikleri evreni anlayabilecek kapasitede olmalıdır. Örneğin birkaç olaydan fazla olayı hafızasına kaydedemeyen yetersiz hafızalı bir insan evreni anlayamaz.
3- Evrenin belli kanunlara (nedenselliğe) göre hareket etmesi gerekmektedir.
4- Evrendeki kanunlar çok karışık olmamalıdır. Evrendeki en basit bir olay yüz binlerce denklem ile belirtilebilecek kanunlara göre gerçekleşseydi, yine anlaşılmaz olurdu. Dış dünyanın anlaşılır olabilmesi için hem evrensel kanunlar var olmalıdır, hem de bu kanunlar anlaşılabilir şekilde düzenlenmiş olmalıdır.
Bilimsel çaba, Tanrı’dan uzaklaşmanın değil, Tanrı’ya yakınlaşmanın aracıdır. Sorun bilimsel yaklaşımda değil, bilimi tanrılaştırmaya kalkmaktadır. Big Bang, evrenin ve tüm kanunların bir başlangıcı olduğunu göstererek, evren gibi bilimsel kanunların da mutlak olmadığını göstermiştir. Böylece evrendeki kanunların, evreni meydana getiren Güç’e bağımlılığını, evrenin işletilen, muhafaza edilen, bağımlı kanunlara (nedenselliğe) sahip olduğunu anlarız. “Tasarım delili” ise yaratılmış bu kanunlar (yaratılan nedensellik) çerçevesinde, evrenin kudretli, bilinçli, her şeyden haberdar bir Yaratıcı tarafından meydana geldiğini göstermektedir.

Yorum Gönder

 
Top