Menu
 

Neden Avrupa? Rönesans
Neden Avrupa? Kuzey Atlantik'teki büyük bir adada yaşayan insanların Avustralya'nın güneyindeki büyük bir adayı fethetmesi tarihin en tuhaf gelişmelerinden biridir. Cook'un seferinden kısa süre önce Britanya adaları ve genel olarak Batı Avrupa, Akdeniz Dünyası'nın geri kalmış arka bahçesiydi, oralarda pek önemli şeyler olmuyordu. Yegane büyük ve önemli modern öncesi Avrupa İmparatorluğu olan Roma İmparatorluğu bile, gücünün ve zenginliğinin büyük bölümünü Kuzey Afrika, Balkanlar ve Ortadoğu'dan sağlıyordu. Roma İmparatorluğu'nun Batı Avrupa eyaletleri fakir bir Vahşi Batı'ydı ve maden ve köle dışında imparatorluğa çok az katkısı vardı. Kuzey Avrupa o kadar ıssız ve barbardı ki, fethetmeye bile değmezdi.
Ancak 15. yüzyılın sonlarından itibaren Avrupa önemli askeri, siyasi, ekonomik ve kültürel gelişmelere ev sahipliği yapmaya başladı. 1500'le 1750 arasında, Batı Avrupa hızla ilerleyerek "Dış Dünya"nın, yani iki Amerika kıtasının ve okyanusların efendisi haline geldi, yine de Avrupa-Asya'nın büyük güçlerinin karşısında yeterli değildi.
Avrupalılar Amerika'yı fethederek denizlerde üstünlük kurdu çünkü Asya güçleri bunlarla ilgilenmemişti. Modern dönemin başlangıcı Akdeniz'de Osmanlı İmparatorluğu, İran'da Safevi İmparatorluğu, Hindistan'da Babür İmparatorluğu ve Çin'de Ming ve Qing hanedanları için altın çağdı. Bu devletler hem yönettikleri toprakları ciddi ölçüde genişletti, hem de öncesinde benzeri görülmemiş ekonomik ve demografik büyümeye tanık oldular. 1775 yılında Asya dünya ekonomisinin yüzde 80'i demekti. Hindistan ve Çin'in ekonomileri tüm dünya üretiminin üçte ikisini karşılıyordu; Avrupa ekonomik bir cüceydi. Küresel gücün merkezi ancak 1759'la 1850 yılları arasında, Avrupalılar Asya güçlerini bir dizi savaşta yenip Asya'nın geniş bölgelerini fethedince Avrupa'ya kaydı. 1900 yılında Avrupalılar, dünya ekonomisinin ve topraklarının çoğunu kontrol ediyordu. 1950'de Batı Avrupa ve ABD, küresel üretimin yarısından fazlasını gerçekleştiriyordu, Çin'in payı ise yüzde 5'e inmişti.[93] Avrupa şemsiyesi altında yeni bir küresel düzen ve kültür ortaya çıktı. Bugün tüm insanlar, itiraf etmek istemeseler bile, giyim kuşamda, düşüncede ve zevkte Avrupalıdır. Söylemde çok katı Avrupa karşıtı olabilirler ama gezegendeki neredeyse herkes siyaset, tıp, savaş ve ekonomiyi Avrupa'nın gözlerinden görüyor, Avrupa melodileriyle yazılmış ve Avrupa dillerinde söylenen müzikleri dinliyor. Yakın bir gelecekte küresel boyutta üstünlüğü kurmaya aday günümüzün gelişen Çin ekonomisi bile, Avrupa tipi bir üretim ve finans modeli üzerine kuruludur. Avrasya'nın bu soğuk ve önemsiz köşesindeki insanlar nasıl bu yalıtılmışlığı kırarak tüm dünyayı fethetti? Genelde bu konuda Avrupa'nın bilim insanları övgüye mazhar olur. 1850'lerden itibaren Avrupalıların hâkimiyetinin, teknolojik sihirbazlık ve askeri, endüstriyel ve bilimsel sanayi üzerine kurulu olduğunu tartışmaya gerek yok. Geç modern çağdaki tüm başarılı imparatorluklar, teknolojik yenilikler elde etmek amacıyla bilimsel araştırmaları destekledi ve pek çok bilim insanı tüm yaşamlarını imparatorluk yöneticileri için yeni silahlar, ilaçlar ve makineler araştırmakla geçirdi. Afrikalı düşmanlarla karşılaşan Avrupalı askerler arasında yaygın bir deyiş "neleri varsa gelsinler, bizim makineli tüfeğimiz var, onların yok," şeklindeydi. Bununla birlikte, sivil amaçlı teknolojilerin de eşit derecede önemi vardı. Konserve gıdalar askerleri besliyor, demiryolları ve buharlı gemiler askerleri ve malzemelerini taşıyor, yeni ilaçlar askerleri, denizcileri ve lokomotif mühendislerini iyileştiriyordu. Bu lojistik ilerlemeler Avrupa'nın Afrika'yı fethinde makineli tüfekten daha büyük rol oynadı. Ancak 1850'den önce durum böyle değildi. Askeri-endüstriyel-bilimsel sanayi hâlâ emekleme dönemindeydi; Bilimsel Devrim'in meyveleri henüz olgunlaşmamıştı ve Avrupa, Asya ve Afrika güçleri arasındaki teknolojik fark önemsizdi. 1770'de James Cook Avustralyalı Aborjinlerden kesinlikle çok daha üstün bir teknolojiye sahipti, ama Çinliler ve Osmanlılar da öyleydi. O hâlde neden Avustralya Kaptan James Cook tarafından kolonileştirildi de, Kaptan Wan Zhengse ya da Kaptan Hüseyin Paşa tarafından kolonileştirilmedi?
Daha da önemlisi, madem 1770'de Avrupalıların Müslümanlara, Hintlilere ve Çinlilere karşı belirgin bir teknolojik üstünlüğü yoktu, peki nasıl oldu da bir sonraki yüzyılda kendileriyle dünyanın geri kalanı arasındaki farkı böylesine açabildiler?

Neden askeri-endüstriyel-bilimsel sanayi, örneğin Hindistan'da değil de Avrupa'da gelişti? Neden öne çıktığı İngiltere'nin hemen arkasından Çin değil de Fransa, Almanya ve ABD geldi? Sanayileşmiş ve sanayileşmemiş toplumlar arasındaki fark önemli bir ekonomik ve siyasi etken olduğunda, nasıl oldu da Rusya, İtalya ve Avusturya bu farkı kapamakta başarılı olurken İran, Mısır ve Osmanlı İmparatorluğu başarılı olamadı? İlk sanayi dalgasının teknolojisi görece basitti. Çinlilerin veya Osmanlıların buhar makineleri ve makineli tüfek üretmesi veya demiryolları inşa etmesi bu kadar zor muydu?

Dünyanın ilk ticari demiryolu 1830'da İngiltere'de yapıldı. 1850'de Batı ülkeleri neredeyse 40 bin kilometre demiryoluyla baştan başa örülmüşken, Asya, Afrika ve Latin Amerika'nın tamamında yalnızca 4 bin kilometre ray döşenmişti. 1880'de Batı, 350 bin kilometreden fazla demiryoluna sahip olduğunda, dünyanın geri kalanında bu rakam yalnızca 35 bin kilometreydi (bunun büyük kısmı da İngilizlerin Hindistan'da inşa ettikleriydi). Çin'deki ilk demiryolu ancak 1876'da açılabildi. Uzunluğu 25 kilometreydi ve Avrupalılar tarafından yapılmıştı. Ertesi yıl Çin hükümeti bu demiryolunu yok etti. 1880'e gelindiğinde Çin İmparatorluğu'nda tek bir demiryolu bile yoktu. Türkiye'de ilk demiryoluysa 1858'de açıldı; İzmir'i Seydiköy'e bağlayan hat, daha sonra Aydına kadar uzatıldı. Bir İngiliz şirketi tarafından inşa edilmişti ve İngilizler işletiyordu. Kurulduğu 1923'te, Britanya'nın üç katından fazla toprağı olan Türkiye Cumhuriyeti'nde 4 bin kilometreden az demiryolu vardı.

Çinliler ve Türklerin elinde buhar makinesi gibi teknolojik yenilikler bulunuyordu (bunlar bedavaya kopyalanabilen veya satın alınabilen şeylerdi). Öte yandan, Batı'da ortaya çıkması ve olgunlaşması yüzyıllar süren değerler, mitler, hukuki araçlar ve sosyopolitik yapılar bu ülkelerde mevcut değildi ve bunlar kolayca kopyalanıp içselleştirilemiyordu. Fransa ve ABD İngiltere'nin hemen arkasından hızlıca ilerleyebildi çünkü Fransızlar ve Amerikalılar, zaten İngiliz mitlerinin ve toplumsal yapılarının en önemli kısımlarını paylaşıyorlardı. Çinliler ve Türkler ise hem farklı biçimde düşündükleri hem de toplumlarını farklı şekillerde örgütledikleri için farkı bu denli hızlı kapatamadılar.
Bu açıklama 1500'le 1850 arasındaki döneme ışık tutuyor. Bu dönemde, Avrupa'nın Asya'ya göre belirgin bir teknolojik, siyasi, askeri veya ekonomik avantajları yoktu ama kıta kendine özgü bir potansiyel biriktirdi ve bu potansiyel 1850'lerden sonra, bir anda çok belirgin hâle geldi. 1750'de Avrupa, Çin ve Müslüman dünyası arasındaki görünürdeki eşitlik sadece bir seraptı. İkisi de çok uzun kuleler inşa eden iki inşaat ustası hayal edin. Ustalardan biri ahşap ve çamurdan tuğlalar kullanırken diğeri çelik ve beton kullanıyor. İlk başta iki yöntem arasında çok fark yokmuş gibi görünür çünkü iki kule de birbirine yakın hızda yükselir ve yükseklikleri de benzerdir.
Ancak kritik eşik geçildiğinde, ahşap ve çamurdan yapılan kule ağırlığı taşıyamayarak çöker, çelik ve betondan yapılan kuleyse kat kat büyüyerek gözün göremeyeceği yüksekliğe ulaşır. Avrupa, erken modern çağda, sonradan dünyayı fethetmesini sağlayacak nasıl bir potansiyel geliştirmişti? Bu soruya birbirini tamamlayan iki cevap verilebilir: modern bilim ve kapitalizm. Avrupalılar belirli bir teknolojik üstünlükleri olmadığı sıralarda bile, bilimsel ve kapitalist zihniyetle düşünmeye ve davranmaya alışmışlardı. Teknoloji bolluğu ortaya çıktığında, Avrupalılar bunun hasadını herkesten daha iyi toplayabildi. Dolayısıyla bilim ve kapitalizmin, Avrupa'nın, 21. yüzyılın Avrupa sonrası dünyasına bıraktığı en önemli emperyal miraslar olması tesadüf değildir. Dünyayı artık Avrupa ve Avrupalılar yönetmiyor, ama bilim ve sermaye her zamankinden daha da güçlü. Kapitalizmin zaferleri bir sonraki bölümde detaylı olarak incelenecek. Bu bölümse Avrupa emperyalizmi ve modern bilim arasındaki aşk ilişkisine ayrıldı.
Fetih Zihniyeti
Modern bilim, Avrupa imparatorluklarında ve bu imparatorluklar sayesinde gelişirken, elbette klasik Yunan, Çin, Hint ve Müslüman geleneklerinin eski bilimsel çalışmalarına çok şey borçludur, ancak kendine özgü yapısı ilk defa erken modern dönemde ortaya çıktı ve İspanya, Portekiz, İngiltere, Fransa, Rusya ve Hollanda'nın emperyal genişlemeleriyle el ele ilerledi. Bu erken modern dönem boyunca Çinliler, Hintliler, Müslümanlar, Kızılderililer ve Polinezyalılar Bilimsel Devrime önemli katkılar yapmaya devam ettiler. Müslüman iktisatçıların öngörüleri Adam Smith ve Karl Marx tarafından okundu, Kızılderili doktorları tarafından geliştirilen tedaviler İngiliz tıp metinlerine girdi ve Polinezya'dan toplanan veriler Batı antropolojisinde devrim niteliğinde değişimlerin yolunu açtı. Ancak, 20. yüzyılın ortalarına dek bu sayısız bilimsel keşfi toparlayıp, bu süreç içinde bilimsel disiplinleri yaratanlarsa küresel Avrupa imparatorluklarının yöneticileri ve bilim seçkinleriydi. Uzakdoğu ve İslam dünyası, Avrupa'dakiler kadar MERAKLI ve zeki insanlar yetiştirdiler ama 1500'le 1950 arasında Newton fiziği ya da Darwin biyolojisine yaklaşabilecek herhangi bir şey üretemediler.
Bu Avrupalıların bilime yatkın bir genetik yapıya sahip oldukları veya fizik ve biyoloji alanlarında sonsuza kadar egemen olacakları anlamına gelmiyor. İslam nasıl bir Arap tekeli olarak başlayıp sonradan Türkler ve İranlılar tarafından ele geçirildiyse, modern bilim de bir Avrupa icadı olarak doğmasına rağmen bugün çok etnikli bir girişim haline gelmiş durumdadır.
PEKİ MODERN BİLİMLE AVRUPA EMPERYALİZMİ ARASINDAKİ İLİŞKİYİ KURAN NEYDİ?
Teknoloji 19. ve 20. yüzyıllarda önemli bir etkendi ama modern çağın başlangıcında etkisi ve önemi sınırlıydı. Önemli nokta, bitki arayan botanikçiyle koloni arayan denizci subayının benzer bir zihniyeti paylaşmalarıydı. Hem bilim insanı hem de fatih, işe ilk önce CEHALETLERİNİN FARKINA VARARAK BAŞLADILAR, ikisi de "uzaklarda ne olup bittiğini BİLMİYORUM," dedi ve ikisi de yeni keşifler yapma ihtiyacını hissetti; sonuç olarak, her ikisi de keşfedecekleri bu yeni bilginin onları dünyanın efendileri yapmasını umuyorlardı.
Avrupa emperyalizmi, dünyadaki diğer emperyal projelerden tamamen farklıydı. Daha önceki imparatorluklar dünyayı zaten anladıklarını düşünüyorlar ve fetihleri sadece kendi dünya görüşlerini yaymak için gerçekleştiriyorlardı. Örneğin Araplar Mısır'ı, İspanya'yı ve Hindistan'ı bilmedikleri bir şey bulmak için fethetmediler. Romalılar, Moğollar ve Aztekler yeni toprakları güç ve zenginlik için büyük bir hırsla fethettiler, ama bilgi için değil.
Buna karşın, Avrupalı emperyalistler yeni topraklar yanında yeni bilgiler edinmek amacını da güderek uzak topraklara yelken açtılar. James Cook bu şekilde düşünen ilk kaşif değildi. 15. ve 16. yüzyılın Portekizli ve İspanyol gezginleri bunu zaten yapıyorlardı. Denizci Prens Henry ve Vasco da Gama, Afrika kıyılarını keşfettiler ve bunu yaparken çeşitli ada ve körfezleri ele geçirdiler. Kristof Kolomb Amerika'yı "keşfettiği" anda, bu yeni topraklar üzerinde İspanya kralı adına egemenlik ilan etti. Ferdinand Macellan dünyanın etrafını dolaşırken, İspanyollar da Filipinler'i fethetti.
Zaman geçtikçe bilginin fethiyle toprağın fethi birbirine daha da sıkı bağlandı. 18. ve 19. yüzyıllarda Avrupa'dan yola çıkan neredeyse her önemli askeri seferde, bilim insanları da mevcuttu. Napolyon 1798'de Mısır'ı işgal ettiğinde yanında götürdüğü 165 bilim insanı, buldukları diğer şeylere ek olarak Ejiptoloji (Mısırbilim) olarak bilinen yepyeni bir disiplin kurdular ve din, dilbilim ve botaniğe önemli katkılarda bulundular.
Bilgisizlik ile cahillik farklı kavramlardır.
Bigisiz birine anlatırsınız öğrenir ancak
cahile anlatamazsınız çünkü o zaten biliyordur.
1831'de Kraliyet Donanması HMS Beagle adlı gemiyi Güney Amerika, Falkland Adaları ve Galapagos Adaları'nın kıyılarının haritasını çıkarması için yolladı. Donanma bir savaş durumunda daha hazırlıklı olmak için bu bilgilere ihtiyaç duyuyordu. Geminin kaptanı amatör bir bilim insanıydı ve yolda karşılaşabilecekleri jeolojik oluşumları incelemesi için gemiye bir de jeolog çağırdı. Pek çok uzman kaptanın jeolog önerisini geri çevirince, o da Cambridge Üniversitesi'nden yeni mezun olmuş 22 yaşındaki Charles Darwin'e teklif götürdü. Darwin Anglikan papazı olmak üzere eğitim görmüştü ama İncil'den ziyade jeolojiye ve doğa bilimlerine ilgi duyuyordu. Bu fırsata balıklama atladı, gerisini de biliyoruz zaten. Kaptan seyahat boyunca zamanını askeri haritalar çizerek geçirirken, Darwin sonradan evrim teorisini ortaya çıkaracak olan öngörülerini formüle etti ve ampirik veriler topladı.
Boş Haritalar
Modern "keşfet-fethet" zihniyeti haritalarımızın gelişimiyle gayet iyi özetlenebilir. Pek çok kültür modern çağdan çok önceleri de haritalar yaptılar. Elbette bunların hiçbiri dünyanın tamamını bilmiyordu. Hiçbir Afrika-Asya kültürü Amerika'yı, hiçbir Amerikan kültürü de Afrika-Asya'yı bilmiyordu. Bilinmeyen yerler dışarıda bırakıldı veya hayali canavarlar veya harikalarla dolduruldu. Bu haritalarda hiç boş yer yoktu, hepsi tüm dünyanın gayet iyi bilindiği izlenimini veriyordu.
15. ve 16. yüzyıllarda Avrupalılar, pek çok boşluğu olan haritalar yapmaya başladılar, bu da Avrupa'nın emperyal hırslarının yanı sıra bilimsel zihniyetin gelişmeye başladığının da işaretiydi. Boş haritalar hem psikolojik hem de ideolojik olarak önemli bir kırılma noktasıydı ve Avrupalıların dünyanın önemli bir bölümü hakkındaki CEHALETİNİN İTİRAFIYDI.
En önemli kırılma noktası 1492'de Kristof Kolomb İspanya'dan batıya doğru yelken açıp Doğu Asya'ya giden yeni bir yol aradığında gerçekleşti. Kolomb hâlâ eski "tam" dünya haritalarına inanıyordu, bu haritaları kullanarak Japonya'nın, İspanya'nın yedi bin kilometre batısında olduğunu hesaplamıştı. Normalde Doğu Asya'yı İspanya'dan 20 bin kilometre ve hiç bilinmeyen bir kıta ayırıyordu. 12 Ekim 1492'nin sabahında Kolomb'un gemileri bilinmeyen kıtayla tanıştı. Juan Rodriguez Bermejo, Pinta'nın direğinden şu an Bahamalar olarak bildiğimiz adayı fark etti ve "Kara göründü!" diye bağırdı.
Kolomb Doğu Asya'nın açıklarındaki bir adaya vardıklarını sanıyordu. Orada karşılaştığı insanlara "Hintli" adını verdi çünkü Doğu Hindistan Adalarına (bugün Doğu Hint Adaları veya Endonezya takımadaları olarak adlandırdığımız bölge) vardığını sanıyordu. Kolomb bu hatayı ömrünün sonuna kadar sürdürdü. Kendisi ve o çağda yaşayan pek çok insana göre hiç bilinmeyen, tamamen yeni bir kıta keşfetmiş olması düşünülemezdi. Binlerce yıldır, büyük düşünürler ve akademisyenlerle asla yanılmayan KUTSAL METİNLER sadece Avrupa, Afrika ve Asya'dan bahsetmişti. Hepsi yanılıyor olabilir miydi? İncil dünyanın yarısını es geçmiş olabilir miydi? Bu tıpkı 1969'da Ay'a doğru giderken Apollo 11'in, o ana kadar bilinmeyen, bir şekilde hiçbir gözlemin tespit etmeyi başaramadığı ve dünyanın etrafında dönmekte olan başka bir aya çarpması gibiydi. Kolomb'un cehaletini inkar etmesi, her şeye rağmen ortaçağ insanı olduğunun kanıtıydı; tüm dünyayı bildiğine kesinlikle emindi ve çığır açıcı keşfine rağmen gene de farklı düşünemedi.
İlk modern insan, Amerika'ya 1499-1504 yılları arasında pek çok kez seyahat eden İtalyan denizci Amerigo Vespucci'ydi. 1502'yle 1504 arasındaki seyahatlerini anlatan iki metin Avrupa'da yayımlandı. Bu metinler Vespucci'ye atfedilmişti ve Kolomb tarafından keşfedilen yeni toprakların Doğu Asya açıklarındaki adalar değil, kutsal metinlerin, eski coğrafyacıların ve şimdiki Avrupalıların bilmedikleri yepyeni topraklar olduğundan bahsediyordu. 1507'de bu iddialara ikna olan Martin Waldseemüller adında saygın bir haritacı güncelleştirilmiş bir dünya haritası yayımladı ve bu harita Avrupa'dan batıya yapılan seferlerin ayrı bir kıtaya vardığını gösteren ilk haritaydı. Waldseemüller'in haritaya bir de isim koyması gerekiyordu. Yanlışlıkla Amerigo Vespucci'nin buraları keşfeden kişi olduğunu düşünüp bu kıtaya ismini vererek onurlandırdı: Amerika. Waldseemüller haritası çok popüler oldu ve pek çok başka haritacı tarafından da kopyalandı, böylece kıtaya verdiği isim yayılmış oldu. Dünyanın bir çeyreğinin ve yedi kıtasından ikisinin, cehaletini kabul etmekten öte marifeti bulunmayan bir İtalyan'ın adını almasıysa ilahi adaletin tecellisidir.
Amerika'nın keşfi Bilimsel Devrim'in temelinde yer alır; Avrupalılara güncel gözlemlerin geçmiş geleneklerden daha doğru olduğunu öğretmekle kalmamış, Amerika'yı fethetme arzusuyla yeni bilgiye son derece hızlı ulaşmak istemelerini de sağlamıştır. Bu geniş toprakları kontrol etmek için coğrafyası, iklimi, florası, faunası, dilleri, kültürleri ve tarihi hakkında olağanüstü miktarda veri toplamaları gerekiyordu. Dini metinler, eski coğrafya kitapları ve eski sözlü gelenekler bir işe yaramazdı. O andan itibaren hem Avrupalı coğrafyacılar hem de her alandan Avrupalı araştırmacılar, içlerinde sonradan doldurulacak boşluklar olan haritalar yapmaya başladılar, böylelikle mükemmel olmadıklarını ve cehaletlerini itiraf ediyorlardı.
Avrupalılar tıpkı bir mıknatısın kendilerini çekmesi gibi haritadaki boşluklara kapılıp zamanla buraları doldurmaya giriştiler. 15. ve 16. yüzyıllar boyunca Afrika'nın etrafını dolaştılar, Amerika'yı keşfettiler, Pasifik ve Hint okyanuslarını aştılar ve tüm dünya çapında bir koloni ağı oluşturdular, böylelikle ilk gerçek anlamda küresel imparatorlukları ve ilk küresel ticaret ağını kurdular. Avrupa'nın emperyal seferleri dünya tarihini değiştirdi: Tarih artık birbirinden kopuk bir dizi halkın ve kültürün değil, tek ve bütünleşmiş bir insan toplumunun tarihi haline geldi.
Asya'nın büyük imparatorlukları (Osmanlı, Safevi, Babür ve Çin) Avrupalıların büyük bir keşif yaptığını hemen duymuşlardı ama buna hiç ilgi göstermediler. Dünyanın Asya etrafında döndüğüne inanmaya devam ettiler ve Avrupalılarla, Amerika'nın veya Atlantik'le Pasifik'teki yeni deniz yollarının kontrolü için rekabet etmeye girişmediler. İskoçya ve Danimarka gibi küçük Avrupa krallıkları bile Amerika'ya keşif ve fetih seferleri düzenlerken, İslam dünyasından, Hindistan'dan ya da Çin'den Amerika'ya ne keşif ne de fetih için hiçbir sefer yapılmadı. Amerika'ya askeri sefer gönderen ilk Avrupalı olmayan güç Japonya'ydı. Bu da Haziran 1942'de gerçekleşti ve bir Japon filosu Alaska kıyılarındaki iki küçük ada olan Kiska ve Attu'yu işgal ederek 10 ABD askerini ve bir köpeği tutsak etti. Japonlar bundan sonra ana karaya daha fazla yaklaşamadılar.
Osmanlıların veya Çinlilerin çok uzakta olduğunu veya gerekli teknolojik, ekonomik veya askeri araçlara sahip olmadıklarını öne sürmek doğru değildir. Zheng He'yi 1420'lerde Çin'den Doğu Afrika'ya gönderen kaynaklar, Amerika'ya gitmesi için yeter de artardı bile, ama Çinliler bununla ilgilenmiyorlardı. Amerika'yı gösteren ilk Çin yapımı dünya haritası ancak 1602'de yapılmıştı, o da bir Avrupalı misyoner tarafından!
Tam üç yüz yıl boyunca Avrupalılar Amerika, Okyanusya, Atlantik Okyanusu ve Pasifik Okyanusu'nda tartışmasız bir üstünlük kurdular; bu bölgelerdeki kayda değer çatışmalar da ancak farklı Avrupa güçleri arasındaydı. Avrupalılar tarafından ele geçirilmiş kaynaklar ve zenginlik, en sonunda Avrupalıların Asya'yı da işgal edip imparatorlukları yok ederek aralarında bölüşmelerini sağladı. Osmanlılar, İranlılar, Hintliler ve Çinliler durumu fark edip gelişmelere dikkat etmeye başladıklarında artık çok geçti. Yuval Noah Harari

Yorum Gönder

 
Top