İSLAM’DA GERÇEKLİK KAVRAMI
Kur’an’da Hakk Kelimesi
© Şakir Kocabaş (2003)
ÖNSÖZ
Bu kitap birkaç safhadan geçen sistemli bir çalışma sonunda ortaya çıkmıştır. Bu safhaları şöyle sıralayabiliriz: 1) Kur’an’da “hakk” kelimesinin geçtiği bütün ayetlerin listesinin hazırlanması. 2) Bu kelimeyle yakın bir kavram ilişkisi içinde geçen kelimelerin tesbit edilmesi. 3) “Hakk” kelimesinin bu kelimelerle içinde bulunduğu kavram yapılarının şemalarının çıkartılması. 4) “Hakk” kelimesinin geçtiği ayetlerdeki kullanım çerçevelerine göre ayetlerin bir ön sınıflandırmasının yapılması ve ayet mealleri ve ayetlerin transkriptlerinin bir çalışma dosyası şeklinde hazırlanması. 5) Hazırlanmış olan dosyanın baştan sona, bir grup çalışması içinde ayetlerin tek tek Kur’an’da hangi bağlam (konteks) içinde ve başka hangi ayetlerle bağlantılı olarak geçtiğinin incelenmesi. 6) Bu inceleme sırasında önceden yapılmış olan sınıflandırmaya uymayan durumlarda gerekli düzeltmelerin yapılması. 7) Bu şekilde düzeltmeler tamamlandıktan sonra dosyanın son defa gözden geçirilmesi.
İSLAM’DA GERÇEKLİK KAVRAMI II
Görüldüğü gibi bu kitap bir grup çalışması sonunda ortaya çıkmıştır. Bizim daha önce Kur’an’daki bazı kavramlar üzerine yaptığımız çalışmalardan edindiğimiz tecrübeler bu tür kavram çalışmalarının mutlaka farklı bilgi alanlarında yetişmiş kişilerden meydana gelen en az 4-5 kişilik bir grup halinde yapılması gerektiğini göstermektedir. Çünkü tek insan ne kadar bilgili olursa olsun kendi kendine bir kavramla ilgili her çeşit soruyu sorup cevap arayamaz.
Kur’an’da “hakk” kelimesi üzerinde yaptığımız bu çalışmaya Bilim ve Sanat Vakfı’nda hafta sonlarında aylarca katılıp emek harcayan H. Başkan, Y. Ceran, A. Demirer, R. Bal, S. Hasanov ve adını şimdi hatırlamadığımız öteki kişilere değerli ilave ve eleştirilerinden dolayı teşekkürü bir borç biliyoruz. Allah (c.c.) hepsinden razı olsun.
Son olarak, kullandığımız kavramsal araştırma metodunu ilk geliştiren ve bu çalışmaya görüş ve eleştirileriyle baştan sona kadar yardımcı olan A. H. Kocabaş’a ve çalışmalar süresince maddi ve manevi yardım ve desteğinden dolayı Z. (Kocabaş) Özkul’a da teşekkürü bir borç biliyorum.
Bu kitapta vaki bütün hatalar şahsımıza aittir ve bunlar okuyucu tarafından görüldüğü yerde düzeltilmelidir. Her şeyin en doğrusunu Allah (c.c.) bilir.
Ş. Kocabaş
İstanbul, Ekim 2003
İSLAM’DA GERÇEKLİK KAVRAMI IV
İÇİNDEKİLER
1. Giriş
1.1 Lisan nedir?
1.2 Lisanın ifade gücü
1.3 Gerçekliği algılama ve ifade seviyeleri
1.4 Gerçeklik ve lisan
1.5 Lisanın bozulması
1.6 Problem çözme ve lisan
1.7 Lisan yoluyla büyülenme
1.8 Lisanın hastalıktan kurtarılması
1.9 Kur’an’da hakk kelimesinin yeri ve önemi
2. Çalışma Metodu
2.1 Seçilen konuyla ilgili ayetlerin bulunması
2.2 Bulunan ayetlerin dosyalar halinde sınıflandırılması
2.3 Seçilen dosyanın incelenmesi
2.4 Yayına hazırlama
3. Kur’an’ın Özellikleri
3.1 Kur’an niçin indirilmiştir?
3.2 Kur’an nasıl bir kitaptır?
3.3 Kur’an üzerine çalışma nasıl yapılır?
3.4 Kur’an nasıl okunur?
3.5 Kur’an okunurken nasıl davranılır?
3.6 Kur’anı anlamayanlar ve inkar edenler
İSLAM’DA GERÇEKLİK KAVRAMI V
4. Hakk Kelimesinin Anlam Çerçeveleri
4.1 Bir topluluk veya kişi üzerine azabın hakk olması
4.2 Allah’ın (c.c.) verdiği bir sözün, vaadin ve kelimenin gerçekleşmesi
4.3 Allah’ın (c.c.) kelimeleriyle gerçeği güçlendirmesi
4.4 Hakk kelimesinin “gerektiği gibi” anlamında geçtiği ayetler
4.5 Hakk kelimesinin “haksız yere” ifadesi içinde geçtiği ayetler
4.6 Hakk kelimesinin “karşılık” anlamında geçtiği ayetler
4.7 Hakk kelimesinin “doğru” anlamında geçtiği ayetler
4.8 Hakk kelimesinin “gerçek” anlamında geçtiği ayetler
4.9 Hakk kelimesinin “gerçeklik” anlamında geçtiği ayetler
4.10 Hakk kelimesinin “uygulanacak emr” anlamında geçtiği ayetler
4.11 Hakk kelimesinin “hak din” ifadesi içinde geçtiği ayetler
4.12 Hakk kelimesinin “emr hakk olarak kaza edilir” ifadesi içinde geçtiği ayetler
4.13 Hakk kelimesinin “Allah (c.c.) gerçektir” anlamında geçtiği ayetler
5. Kavram Grafikleri
Kullanılan Kaynaklar
Kendilerine ilim verilenler görürler ki,
Rabbinden sana indirilen gerçektir ve aziz ve
hamid [olan Allah’ın] yoluna iletmektedir.
(Sebe suresi 34/6)
1. GİRİŞ
“Hakk” kelimesi, İslam medeniyetinin en merkezi kavramlarından birini ifade etmektedir. Bu kelime, Kur’an’da isim, sıfat ve fiil hallerinde çok sayıda ayette ve “gerçek”, “gerçeklik”, “doğru”, “gerektiği gibi” şeklinde tercüme edebileceğimiz gramer yapıları içinde geçmektedir.
Kur’an’da “hakk” kelimesinin gramerini incelemeye geçmeden önce lisan ve gerçeklik arasındaki bağlantıyı göz önüne almamız gerekiyor. Bu bölümde lisan ve gerçeklik arasındaki alakayı birkaç başlık altında incelemeye çalışacağız. İkinci bölümde, bu kitabı hazırlamak için takip ettiğimiz çalışma metodunu açıklıyoruz. Üçüncü bölümde Kur’an’ın özelliklerini, onun nasıl bir kitap olduğu, niçin gönderildiği, nasıl okunması ve incelenmesi gerektiği açılarından tamamen ayetlere dayanarak özetleyen bir dosya sunuyoruz. Dördüncü bölümde, hakk kelimesinin Kur’an’da hangi ayetlerde, hangi anlam çerçevelerinde ve nasıl geçtiğini başlıklar altında inceliyoruz. Beşinci bölümde ise bu çalışmadan çıkardığımız sonuçları ve ilerde yapılması gereken çalışmaları özetliyoruz.
- 1.1 Lisan nedir?
Lisanın en önemli iki fonksiyonunu şu şekilde sıralayabiliriz: Birincisi, insanlar arasında düşünce ve duyguların iletilmesinde kullanılan bir araç olması; ikincisi, gerçekliği anlamada ve ifade etmede kullanılan bir araç olması.
Mantık ve lisan felsefesinde düşünce ve duyguların ifadesinde dilin kullanımı üzerine özellikle yirminci yüzyılda dil felsefecileri tarafından çok şeyler yazılmış ve söylenmiştir. Ancak gerçekliğin anlaşılmasında ve ifade edilmesinde lisanların durumu üzerine bu güne kadar ciddi ve derinlemesine karşılaştırmalı bir felsefi çalışma yapıldığını ne yazık ki söyleyemiyoruz.
Bu konuya girmeden önce, “lisan nedir?” sorusuna cevap vermemiz gerekiyor. Lisan, kullanım çerçevesi belli bir dizi kelimeden (fiil, sıfat, zamir, edat, vs.) meydana gelen bir ifade aracıdır[1]. Lisanda kelimeler, bunları birbirine belli şekillerde bağlayan gramer yapıları içinde kullanılır. Fakat lisanın gramer yapıları ve kelimeleri hiç değişmez de değildir. Aksine, bunlar insanlar tarafından zaman içinde farkında olmadan ya da bilinçli bir şekilde değiştirilir. Bir toplumun lisanı, o toplumun milletini, yani onun tabi olduğu kültür ve gelenekleri yansıtır.[2]
----
[1] Burada “lisan” kelimesiyle Türkçe, Arapça, İngilizce gibi tarihi dilleri değil, duygu, düşünce ve inançların birbirine bağlı bir bütünlük içinde ifade edildiği kavram sistemlerini kastediyoruz.
[2] Millet kelimesi Kur’an’da, bu gün kullandığımız “gelenek”, “ibadet şekilleri” ve “kültür” kelimelerinin anlamlarına yakın bir çerçevede geçmektedir.
Bir toplumda lisanın değişmesi, toplumun kültür ve geleneklerinin değişmesiyle birlikte yürür. Lisan-kültür etkileşimi de karşılıklıdır. Fakat kültürün sadece lisanla ifade edilebileceğini söyleyemeyiz, çünkü fert veya topluluk halindeki davranışlar da kültürün bir tezahürüdür.
düşünce
lisan < > ve
davranışlar
Şekil 1. Lisanla düşünce ve davranışlar arasındaki etkileşim.
Lisanla gerçeklik arasında nasıl bir alaka olabilir? Bu soruya cevap vermeden önce şunları göz önüne almamız gerekiyor. Lisan, kazandığımız bilgileri ifade ettiğimiz bir araçtır. Burada hemen “bilgi nedir?” sorusu karşımıza çıkıyor. Bilginin ne olduğunu uzun bir felsefi cümleyle tarif etmek yerine, biz nelere “bilgi” diyoruz, nelere demiyoruz, bunu hatırlamak daha aydınlatıcı olacaktır. “Mantık bilgisi”, “matematik bilgisi”, “fizik bilgisi”, “tarih bilgisi”, “coğrafya bilgisi”, “hukuk bilgisi”, “satranç bilgisi” şeklinde sınıflandırdığımız bilgileri konumuz açısından üç genel sınıf altında toplayabiliriz: Gerçeklikle ilgili bilgiler, lisanla ilgili bilgiler ve diğer bilgiler. Mantık, matematik ve felsefe bilgilerini lisanla ilgili bilgiler; fizik, tarih, coğrafya bilgilerini gerçeklikle ilgili bilgiler; ötekileri de diğer bilgiler sınıfında toplayabiliriz.
gerçeklikle
ilgili bilgiler
bilgi lisanla ilgili bilgiler
diğer
bilgiler
Şekil 2. Bilginin genel bir sınıflandırılması.
1.2 Lisanın ifade gücü
Bir lisanın ifade gücü, aşağıdaki özelliklere bağlıdır:
a) Kavramlarının kafi derecede zengin olması.
b) Kavram yapısının, yani lisanın kavramları arasındaki bağların gerçekliği ifadeye uygun olması, çelişkiler meydana getirmemesi.
c) Lisanın gramerinin, yani kullanım biçimlerinin, onun kavram yapısını desteklemesi.
Bu özellikler açısından lisanları incelediğimizde şunları söyleyebiliriz: Bir lisanın sadece kelime açısından çok zengin olması onun çok güçlü bir lisan olması için yeterli değildir. Kavramlar arası bağların tutarlı olması daha önemli bir özelliktir. Çünkü kavramları tutarlı olan bir lisanın kavram yapısı içinde yeni kavramlar türetip bunları da lisana eklemek ve onu kelime açısından zenginleştirmek mümkündür.
Lisanların karşılaştırılmasında en önemli hususlardan biri de, karşılaştırma işini her lisanın en temel kavramlarını açık bir şekilde ortaya koyarak yapmaktır. Aksi takdirde, yapılacak karşılaştırmalar çok sathi kalacak ve bize esaslı bir bilgi kazandırmayacaktır. Lisanların hayat tarzlarını yansıttığını göz önüne alırsak, bir lisanın temel kavramlarının, bize o lisanın ifade ettiği hayat tarzının temel prensipleri hakkında bilgi vereceğini görürüz.
Lisandaki değişimlere bakarak bir medeniyetin tarih içinde hangi dönüşüm ve değişimlere uğradığını inceleyebiliriz. Bu yaklaşım bize, o medeniyetin tarih içindeki gelişim ve değişimini daha doğru bir şekilde anlama ve değerlendirme imkanı kazandıracaktır. Yalnız, burada dikkatleri sadece kelimelerin başka kelimelerle zaman içinde nasıl değiştirildiği üzerinde değil, kelimeler arası kavram ilişkilerinin değişimi üzerinde de yoğunlaştırmamız gerekmektedir.
Bu önemli hususu bir örnekle açıklamak için, millet kavramının ondokuzuncu yüzyıl Osmanlı ve Cumhuriyet tahinde büyük dönüşümlere uğramış olan hayat tarzı ve lisanı içindeki yerine bakalım. “Millet” kelimesi Osmanlı-İslam medeniyetinde, bu medeniyetin kavram yapısı içinde bu gün “kültür” diyebileceğimiz “gelenekler / davranış biçimleri” anlamında kullanılıyordu. Hatta bu kelime o dönemlerde hazırlanmış Fransız ve İngiliz lugatlerine “kültür” manasında milieu olarak girmişti.
Ondokuzuncu yüzyıl sonlarında Ziya Gökalp ve onun takipçileri bu kelimeyi esas kullanımından çıkarıp Fransız İhtilali’nin temel kavramlarından “ulus” manasında kullanmaya başladılar. Bu gün de hala “millet” kelimesi bizzat müslümanlar tarafından bu bozulmuş anlam çerçevesi içinde kullanılmaya devam etmektedir. Diğer bir ifadeyle Kur’an’daki millet kelimesi bu gün gene Kur’an’daki kavm kelimesi yerine kullanılmaktadır. Böylece, yirminci yüzyılın başlarında doğru bir ifadeyle “Cemiyeti Akvam” (= kavimler topluluğu) olarak isimlendirilen topluluk daha sonra “Birleşmiş Milletler” olarak isimlendirilir hale gelmiştir. Arap ülkelerinde ise benzer bir kavramsal bozulma ile Birleşmiş Milletler’e Ümem’il Müttahide yani “Birleşmiş Ümmetler” denilmektedir.
Geçtiğimiz yüzyılda öteki siyasi kavramlarda da benzer bir bozulma yaşanmıştır. Böylece müslümanlar, Kur’an’da çok önemli siyasi kavramlar olan din, millet, ümmet ve kavm kelimelerinin meydana getirdiği kavram yapısının lisanlarında bozulmasını engelleyememiş, bu kavramlar arasındaki anlam ilişkilerinin önemini ihmal etmişlerdir. [3]
----
[3] Bu bozulmuş kavram yapısı düzeltilmeden yeni bir medeniyetin siyaset teorileri nasıl kurulabilir, düşünmek gerekiyor.
Lisan ve hayat tarzı arasındaki alaka bize medeniyetler arası karşılaştırmalarda çok önemli bazı imkanlar sağlar. Farklı bir medeniyet içindeki insan ve toplum davranışlarını inceleyip değerlendirirken mutlaka o topluma hakim lisanı ve onun kavramlarını da incelememiz gerekmektedir, aksi takdirde, onların davranışlarına mana vermede yanlışlıklara düşmekten kurtulamayız.
Kur’an’ı, içindeki kavramlar açısından incelediğimiz zaman şunları görüyoruz: Kur’an’da (fiil, sıfat ve isim halinde) 20 binden fazla kelime bulunmaktadır. Ayrıca birçok kelimenin birkaç farklı anlamda kullanıldığını da görüyoruz. Mesela hakk kelimesi Kur’an’da bizim tesbitimize göre 13 farklı anlamda geçmektedir.[4] Kur’an’daki her kelimenin farklı kullanımlarını da göz önüne aldığımızda bu gün alışık olduğumuz kitap sayfası ölçülerine göre 200 sayfalık bir kitapta 100 bine yakın kavram karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca ve daha da önemlisi, Kur’an’daki kelimelerden birbiriyle tutarlı daha birçok yeni kavramlar türetilebilmek-tedir. Fakat, aşağıda örneklerini göreceğimiz gibi, günümüzde müslümanlar bu kelimelerin farklı anlamlarda nasıl kullanıldığını iyice araştırıp lisanlarını zenginleştirecekleri yerde, aksine Kur’an’da geçen farklı kelimeleri bile çoğu zaman tek kelimeye indirgemek suretiyle lisanlarını büsbütün işe yaramaz hale getirmektedirler.
---
[4] Bir kaynakta bu kelimenin 18 farklı anlamda kullanıldığı ifade edilemektedir. Bakınız: Türkiye Diyanet Vakfi İslam Ansiklopedisi, Cilt 15. s. 137-139.
1.3 Gerçekliği algılama ve ifade seviyeleri
Gerçekliği algılama ve ifade şekilleri ve kullanılan gramer açısından dört seviyede inceleyebiliriz:
G1) Doğrudan veya vasıtalı olarak algılanabilen mekan ve zamanın dışındaki (bunların öncesi ve sonrası ile ilgili) gerçekler. [5]
G2) Duyularla doğrudan algılanabilen mekan ve zamanın, dünya ve yakın çevresinin gerçekliği.
G3) Makro mekan-zaman: Astronomik boyutlardaki mekan ve zamanın gerçekliği.
G4) Mikro mekan-zaman: Gözle ve optik aletlerle görülemeyecek kadar küçük mekan ve zamanın gerçekliği.
Burada G1 ve G2’nin ifade edildiği kavramlar bütün kültürlerde o kültüre ait lisanın temel kavramlarını oluşturur. G3 ve G4’ün ifadesi için geliştirilen lisanlar da işte bu temel kavramlar üzerine kurulur.
----
[5] Bunlar hakkındaki bilgilere ancak güvenilir bir lisan yoluyla sahip olabiliriz.
Varlıkları, algılanma seviyelerine göre şöyle sınıflandırabiliriz:
---- Teleskop, Radyo-teleskopla algılanan varlıklar
---- Gözle görünen varlıklar
---- Optik cihazlarla görünen varlıklar
---- Elektron mikroskoplarıyla algılanan varlıklar
---- Dolaylı gözlemlerle kabul edilen varlıklar (nötrinolar)
---- Kuantum ölçeği içinde kabul edilen varlıklar
---- Algılayamadığımız boyutlardaki varlıklar (cinler, melekler)
Lisan, gerçekliğin bütün seviyelerini tezatsız (tutarlı/çelişkisiz) bir şekilde anlamamıza ve ifade etmemize yarayacak kavramlara sahip olmalıdır. Bu seviyelerden sadece birini anlamak ve anlatmak için geliştirilmiş bir lisan gerçekliği anlamak için yeterli değildir.
Bilimde, duyularla doğrudan algılanabilen mekan ve zamandaki olayları anlamamıza yarayan bir lisanın kavramlar yapısının, duyularla doğrudan algılanamayan makro ve mikro mekan ve zamandaki olayları da tutarlı (çelişkisiz) bir şekilde anlamamıza ve ifade etmemize imkan sağlaması gerekir. Bilim için bunu sağlayan bir lisan, sağlayamayan bir lisandan daha güçlüdür.[6]
---
[6] Fakat güçlü bir lisana sahip olmak yeterli değildir, bilimde sistematik araştırma en az onun kadar önemlidir.
doğrudan
kavramlar algılanamayan
olaylar
x
bilim x x x
dili x x
doğrudan
algılanabilen
olaylar
Şekil 3. Bilimde kullanılan kavramlarla
olayların açıklanması.
Kavramları ne kadar zengin ve tutarlı da olsa kullanılmayan bir lisan yaşamıyor demektir. Gerçeklik ancak yaşayan ve yaşatılan bir lisan içinde anlaşılır ve ifade edilebilir. İfade gücü yüksek ve yaşayan bir lisan, zayıf lisanları etkisiz hale getirir.
Lisanla kültür arasındaki etkileşimin farkında olan ilk devir müslüman dilbilimciler, lisan çalışmalarına büyük önem vermişlerdir. Fakat Abbasiler döneminde (M. 750-1254) eski Yunan kültürünün eserlerinin Arapça’ya tercüme yoluyla aktarılmasını takip eden dönemde, bu kültürün “varlık”, “cevher”, “araz” gibi bazı temel kavramları müslümanların lisanına girmeye başlamıştır. Bu süreçle ilgili ayrıntılar aşağıda (1.5’te) verilmektedir.
- 1.4 Gerçeklik ve lisan
Gerçeklik lisanla (kelimelerle) ifade edilebilir. Gerçekliğin en karmaşık yapıları bile lisanda ifade edilebilir. Bu ifadeler bazan mecazi (metaforik), bazan da meseller şeklinde (allegorik) olabilir. (Kur’an’da bunun örnekleri bulunmaktadır.)
Lisanda gerçekliğin en doğru bir şekilde ifade edilmesi, sahip olunan kavram sisteminin sağladığı ifade imkanlarıyla sınırlıdır. Gerçekliğin lisandaki ifadesinde, kullanılan kelimeler arasındaki gramer bağlantıları önemlidir.
Bir kelimenin lisan içinde kullanım yapılarına “kavram” diyoruz. Bir lisanın zenginliği, içindeki kelimelerin çokluğu ile değil, bu kelimelerin o lisanda nasıl kullanıldığı ile, yani lisanın kavramsal yapısıyla ölçülmelidir.
En güçlü lisan, hem kavramları çok olan, hem de bu kavramlar arasındaki bağlantıları gerçekliği ifadede en uygun olan lisandır. Böyle bir lisan, kavramsal yapısı içinde çelişkiler bulunmayan bir lisandır.
Güçlü bir lisan, en önemli kavramlarını diğer bütün temel kavramlarıyla bağlantılandıran bir lisandır. Buna bir örnek olarak Kur’an’da hakk kelimesinin öteki kavramlarla içinde bulunduğu bağları gösterebiliriz. Bu bölümün son kısmında hakk kelimesiyle öteki kavramlar arasındaki bağlantılar üzerine ayrıntılı bilgiler verilmektedir.
Bütün kelimeleri gerçekliği doğru ifadede kullanılabilecek bir lisanın bazı kelimelerini iptal etmek, o lisanı gerçekliği ifade açısından zayıflatır. Gerçekliğin doğru ifade edilebildiği bir lisanda, gerçekliği ifadede kullanılan anahtar kelimeler iptal edildiği zaman, o lisanın gerçekliği doğru ifade etme özelliği ortadan kalkar.
Bir lisanda, gerçekliği doğru ifade etmede kullanılan bir kelime iptal edildiği zaman onun yerine mutlaka başka bir kelime geçer. Bu şekilde iptal edilen her kelime lisanın gerçekliği ifade özelliğini değiştirir.
Gerçekliği en iyi ifade gücüne sahip bir lisanda, gerçekliğin en küçük ayrıntılarını ifade etmeyi sağlayacak yeni kelimeler o lisanın kendi kavramsal yapısı içinden türetilebilir.
Gerçekliği en iyi ifade gücüne sahip bir lisanın temel kavram yapısında meydana getirilecek bütün değişiklikler o lisanın bu özelliğini bozar. Böyle bir lisana, başka bir kavram sisteminin kelimeleri aşılanacak olursa, o lisanla gerçeklik arasındaki alaka zayıflar veya ortadan kalkar.
Bir lisanda kelimeler ancak yerinde kullanıldıkları zaman hayat kazanır ve doğru kullanıldıkları sürece canlı kalır. En üstün lisan, kelimeleriyle gerçekliğin en doğru ifade edildiği lisandır. Yaşayan iki lisandan hangisi gerçekliği daha iyi ifade ediyorsa, o daha güçlüdür. Güçlü ve canlı bir lisan, zayıf lisanları etkisiz hale getirir.
Bir lisan, çoğu zaman insan zihninde bir yazılım gibi çalışır. Lisanın kullanımı zihnin aynasıdır, diyebiliriz. Kullanılan lisanın sınırları düşüncenin de sınırlarını belirler.
- 1.5 Lisanın bozulması
Yukarıda, gerçekliği en iyi ifade gücüne sahip bir lisanın temel kavram yapısında meydana getirilecek bütün değişikliklerin o lisanın bu özelliğini bozacağını söylemiştik. Lisanın bozulması sadece başka bir lisanın temel kavramlarının o lisana aşılanmasıyla olmaz. Aynı zamanda, o lisanın ifadesi olan millete (kültüre) tabi olarak yaşayan insanların kavram kaydırma ve indirgeme yoluyla lisanda meydana getirecekleri basitleştirme ve çarpık kullanmalarıyla da bozulabilir.
İslam Medeniyetinin başlangıç safhasından Hicri dördüncü (Miladi onuncu) yüzyıla kadar, kavramları Kur’an’da köklerini bulan ve Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından bizzat öğretilmiş bulunan bir lisan kullanılmakta ve geliştirilmekteydi. Fakat bu lisanda, farkında olmadan yapılan ilk bozulmalar üç farklı şekilde ortaya çıkmıştır. Bunlardan biri, Abbasiler döneminin (780-1254) üçüncü yüzyılında eski Yunan düşüncesinin bazı temel kavramlarının (“varlık”, “akıl”, “cevher” ve “araz” kavramları) lisana sokulmasıyla olmuştur. İkincisi, müslüman-ların bazı temel kavramları (mesela ‘ilm kavramını) yeniden tarif etmeleriyle oluşmuştur. Üçüncüsü ise Kur’an’da kullanılmış olan birçok kelimenin müslümanlar tarafından dikkatsizce tek kavrama indirgenmesi (mesela yaratma ile ilgili farklı kelimelerin tek kelimeyle ifade edilmesi) ile ortaya çıkmıştır.
Birinci tür bozulmanın en çarpıcı örneği, Eski Yunan düşüncesinin en temel kavramlarından biri olan “varlık” kavramının Müslümanların lisanındaki “gerçeklik” (= hakk) kavramının yerine geçmesidir. Müslümanlar kelam ve felsefe tartışmalarında ve eserlerinde, Kur’an’da merkezi bir öneme sahip olan hakk kavramı yerine “varlık” kelimesinin Arapça karşılığı olarak uydurulan ve “bulmak” fiil kökünden gelen vücud kelimesini lisanlarının merkezine yerleştirmişlerdir.[7] Halbuki Kur’an’da hakk kelimesi çok sayıda (yüzlerce) başka kelimeyle, isim, fiil ve sıfatla çok önemli gramer bağları veya kavramsal bağlar içinde geçmektedir. Bu kelimelerden bazı isimler şunlardır: Kitap/Kur’an, adalet, hüküm, mizan, din, ayetler, emr, ümmet, kavm, gökler ve yer, güneş, ay ve yıldızlar.
Hakk kelimesiyle yakın kavramsal bağ içinde geçen çok sayıda fiilden bazıları ise şunlardır: Görmek, şahid olmak, işitmek, bilmek, tanımak, inanmak, söylemek, konuşmak, anlatmak, açıklamak, okumak, yaratmak, getirmek, belli olmak, vuku bulmak, örtmek, gizlemek, yüz çevirmek, yalanlamak ve inkar etmek.
---
[7] Bugün bile kelam ve akaid kitaplarında hakk kelimesi yerine Allah Teala’nın hakk sıfatı değil, “varlık” sıfatı(?) üzerine birçok ifadeler yer almaktadır: “Allah’ın varlığının delilleri”, “vacib-ül vücud” oluşu, v.s.
Bunların hepsinden önemlisi, Kur’an’da hakk kelimesinin, Allah Teala’nın bir sıfatı (22/6, 22/62, 24/25, 31/30) ve bir ismi (57/16) olarak olarak geçmesidir. Bu şu anlama gelmektedir: Allah Teala kendisini bu kelimeyle ifade etmektedir. Dolayısıyla daha sonra bazı kelamcılar tarafından Eski Yunan düşüncesinden lisana sokulan “varlık” (vücud) kelimesiyle ortaya konan “Allah vardır”, veya “Allah yoktur”, şeklindeki ifadelerin tamamen anlamsız olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü ”varlık” kavramı belli bir süre için yaratılmış şeyler için kullanılır.[8]
İkinci tür bozulmaya örnek olarak ‘ilm kelimesinin gramerinin (kullanımının) bozulmasını gösterebiliriz. Bu kavramın bozulması kelimeyi din ilmi / dünya ilmi şeklinde iki kategoriye ayırmakla başlamıştır:
din ilmi
(ilmü-d din)
ilm
dünya ilmi
(ilmü-d dünya)
Şekil 4. İlm kavramının din ilmi / dünya ilmi
diye ikiye bölünmesi.
---
[8] Bunun yerine “Allah gerçektir (hakkdır)” diyebiliriz. Lisanda bir ifadenin doğruluğu veya yanlışlığı değerlendirilmeden önce onun anlamlı olup olmadığını tesbit etmek gerekir. Bir ifade anlamsız ise onun zıddı da anlamsızdır. Aynı şekilde, anlamsız bir soruya doğrudan verilecek bütün cevaplar da anlamsız olacaktır.
Halbuki ne Kur’an’da, ne de altı hadis kitabında böyle bir ayırma bulunmamaktadır. ‘İlm kelimesinin bu şekilde iki sınıfa ayrılması “dünya ilmi” sınıfına alınan tabiat ilimlerinin zamanla değersiz kabul edilmesine yol açmış ve müslümanların bu alandaki çalışmalarının yolu daraltılmış ve kapatılmıştır.
Üçüncü tür kavramsal bozulmaya (yani kavram indirgemeciliğine) örnek olarak Kur’an’da yaratılışla ilgili kelimelerin zamanla tek kelimeye indirilmesini gösterebiliriz. Kur’an’da göklerin ve yerin, canlıların ve insanların yaratılışıyla ilgili olarak şu kelimeler geçmektedir: haleka, fatara, fataka, feleka, ahya, sevva, savvere, bedee, ce’ale, enşee, bene’a, enbete, zere’a, besse, enzele, rafea, elka. Bu kelimelerin herbiri Kur’an’da belli şekillerde geçmektedir ve hiçbiri diğerinin yerine kullanılmamaktadır. Bunlarda yapılacak bir indirgeme, yaratılışla ilgili çok önemli bilgilerin kaybedilmesine ve dolayısıyla Kitap’la gerçeklik arasındaki bağlantının kaybedilmesine yol açacaktır.[9] Kitap’la gerçeklik arasındaki bağlantının kaybedilmesi ise, hem bilgiye ulaşmanın yollarını kaybettirecek, hem de Kitab’a güveni ve inancı zayıflatacak veya onu herhangi bir kitap durumuna sokacaktır. Bu mesele üzerinde bu kadar hassasiyetle durmamızın sebebi işte budur.
---
[9] Meallerde haleka, fatara, ve ce’ale fiilleri “yaratma” diye çevrilmektedir. Halbuki haleka kelimesinin kendisi bile Kur’an’da üç ayrı anlam çerçevesinde kullanılmaktadır.
Gene üçüncü tür bozulmaya örnek olarak Kur’an’da ‘adl (= adalet) ve kıst (=insaf) kelimelerinin birbiri yerine kullanılmasını; gök cisimleriyle ilgili necm (= yıldız) kelimesiyle kevkeb (= gezegen) kelimelerinin birbirine karıştırılıp “yıldız” kelimesine indirgenmesini gösterebiliriz. Gene Kur’an’da geçen zamanla ilgili kelimelerden (hıyn, an, vakt, saat, yevm, şehr, sene, asr, dehr, ecel) bazılarının meallerde bazıları yerine kullanılmasını gösterebiliriz.
Bir lisanda kavram indirgemeciliğinin o lisanda bilgiyi nasıl etkileyebileceğini klasik mekanik kavramlarıyla bir örnek kullanarak açıklayabiliriz. Bilindiği gibi, klasik mekanikte bütün kavramlar ve formüller üç temel kavram üzerinden tarif edilebilmektedir. Bu temel kavramlar şunlardır: Kütle, uzunluk ve zaman. Bunların sembolleri de sırasıyla m, l ve t’dir. Öteki fizik kavramları bunların çarpım ve bölümlerinden elde edilir. Mesela hız (v=l/t), ivme (a=v/t), kuvvet (F=m.a), moment (M=F.l), momentum (p=m.v), enerji (E=mv2), güç (P=F.l / t). Şimdi biri çıksa ve “güç”, “kuvvet”, “moment”, “momentum” ve “enerji” kavramları arasındaki farkları bir kenara bırakıp bunların hepsinin yerine sadece “kuvvet” kelimesini kullansa ne olur? Bu şekilde ancak çok basit birkaç fizik problemini çözebilir (mesela hız ve ivmeyle ilgili problemler), birçok problemi ise çözmek bir yana, anlaması bile mümkün değildir.
Kur’an’ın yol gösterici özelliğini düşünürsek, ondaki kelimeleri gökteki yıldızlar gibi düşünebiliriz. İnsanlar yüzyıllardır denizde ve karada yıldız haritalarıyla geceleyin yollarını bulmaktadır. Böyle bir haritada keyfi olarak yıldızların yerlerini değiştirirsek veya bazı yıldızları haritadan silip bunların yerini öteki yıldızlarla orta bir yerde birleştirsek o harita ne işe yarar?
Başka bir örnek olarak büyük bir şehrin, mesela Londra’nın metro haritasını göz önüne alalım. Bu haritada 12 ayrı metro hattı bulunmaktadır ve bu hatlar birçok noktada kesişmektedir. Her hat üzerinde ortalama 40 istasyon (durak) bulunmaktadır. Şimdi biri çıksa ve: “Bu haritada bu kadar istasyona gerek yok, harita çok karışık görünüyor, bunların çoğunu silelim, her hat için sadece üç istasyon bırakalım,” dese, böyle bir metro haritası ne işe yarar? Hangi yolcu bu haritayla bu şehirde hangi istasyondan nereye nasıl gidebilir? İşte, Kur’an üzerinde yapılan kavram indirgemeciliği de bunun gibi, hatta çok daha vahim durumlar ortaya çıkarmaktadır.
Demek ki, Kur’an’da geçen bazı kelimelerin bu gün de müslümanlar tarafından kullanılıyor olması, bunların behemahal doğru kullanıldığı manasına gelmiyor. Lisan (ve dolayısıyla düşünce ve inançlar) kendi haline bırakıldığında bozulmaya uğrar. Bu bozulma, günümüzde örneklerini çok gördüğümüz şekilde başka lisanların (düşünce ve inançların) bilinçli faaliyetleri etkisiyle olabileceği gibi, bizzat lisanın kullanıcılarının dikkatsizliği ve kayıtsızlığı yoluyla da olabilir.
Son olarak, bu tür bozulmalar bozuk lisanların etkisiyle olabileceği gibi, lisanı kullananların davranış bozukluklarının etkisiyle de olabilir. İnsanlar, bozuk davranışlarını kendi kendilerine ve başkalarına kabul ettirebilmek için lisanlarındaki kelimeleri değiştirirler veya lisanlarından tamamen silerler.
- 1.6 Problem çözme ve lisan
Kullandığımız lisanla problem çözme arasındaki ilişkileri şöyle sıralayabiliriz:
Bir problemin çözülmesinde en önemli safha problemin doğru bir şekilde ifadesidir. Bir problemi doğru ifade etmek onu yarı yarıya (hatta bazan daha fazlasıyla) çözmek demektir.
Problemi ifade etmek, problemin çözüm alanını, yani çözümün nerelerde aranacağını tesbit etmek demektir. Problemi doğru ifade etmek, çözümü doğru yerde ve doğru bir şekilde aramamızı sağlar. Doğru bir lisan ve yeterli ayrıntıda bir kavram sistemi problemi doğru ifade etmek için gereklidir. Bazan problemi doğru ifade etmek için yeni kavramlar icad etmek gerekebilir.
- 1.7 Lisan yoluyla büyülenme
Lisan yoluyla büyülenme, lisanın nasıl kullanıldığını bilmeyenlerin kolayca içine düşebileceği bir durumdur. Lisan yoluyla büyücülüğün birkaç temel tekniği vardır. Bunlar arasında en çok kullanılanları şunlardır: 1) Teorik terimleri temel inançların grameri içinde kullanmak, 2) Temel inanç terimlerini teorik bir gramer içinde kullanmak, 3) Temel inanç ifadelerini masallarla karıştırmak, 4) Temel inanç ifadelerini şiirle karıştırmak.
Birinci tür büyücülüğe örnek olarak özellikle geçtiğimiz yüzyılda bazı bilim teorilerinin veya senaryolarının (mesela psikolojide Freud’un psikanalizinin, biyolojide Darwin’in evrim teorisinin) temel inanç ifadeleri şekline dönüştürülmesini gösterebiliriz. Temel inançlar için: “Ben şöyle şöyle inanıyorum,” ifadesi anlamlı olduğu halde: “Ben şu şu teorilere veya hipotezlere inanıyorum,” demek anlamsızdır. Halbuki bu teorileri savunanların çoğu, bilmeden bunları kendileri için temel inanç şekline dönüştürmüş-lerdir.[10]
---
[10] Bu konuda daha ayrıntılı bilgi ve örnekler için bakınız: Kocabaş, Ş. (2002). İfadelerin Gramatik Ayırımı. İstanbul: Küre Yayınları.
Günümüzde ise bu tür çalışmalar bazı doğu dinlerinin (bazan da hristiyan ve yahudi mistisizminin) temel kavramlarının dilbilim ve grup terapi teknikleriyle birleştirilerek takdim edilmesi suretiyle yürütülmektedir.
Üçüncü tür büyücülük ise özellikle son yıllarda roman, hikaye ve sinema alanında “Yüzüklerin Efendisi” ve “Harry Potter” serisi örneklerinde olduğu gibi, temel inanç terimlerini masallarla karıştırmak şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Masallar elbette insanların hayal gücünün gelişmesinde önemli rol oynamışlardır. “Alaaddin’in Sihirli Lambası” ve “Ali Baba ve Kırk Haramiler” gibi dünya klasiği olmuş bütün masallar “evvel zaman içinde” tekerlemesiyle başlar ve anlatılanın bir masal olduğu en başta belirtilirdi. Halbuki, günümüzdeki yukarıda saydığımız örneklerde masalla gerçek birbirine karıştırılarak okuyucuya veya seyirciye sunulmaktadır.
Son olarak, temel inanç ifadelerinin şiirle karıştırılmasının örneklerini maalesef, günümüzde doğru bir lisan bilincine sahip olmayan bazı “müslüman” şairlerin ürünlerinde görüyoruz. Bunlarda bazı Kur’an ayetlerinin mealleri adeta şiirin bir malzemesi olarak kullanılmaktadır. Halbuki Kur’an’ın bir şiir kitabı olmadığı, onun ayetlerinin de bir şairin sözü olmadığı gene Kur’an’da çarpıcı bir şekilde ifade edilmektedir.
Yukarıda sıraladığımız karışıklıklara düşmemek için lisanın her türlü kullanımını çok iyi bilmek gerekiyor: Masal, hikaye, roman, şiir, bilim (teori, hipotez, tarif), tasvir, tarih, mecaz, mesel, temel inanç ifadeleri gibi. Lisanda kullanılan bu ifade türleriyle ilgili gramer kategorilerini, yani bunların nasıl sınıflandırılabileceğini de öğrenmek gerekiyor [11].
- 1.8 Lisanın hastalıktan kurtarılması
Lisandaki bozulmaları düzeltmek, yani ona bulaştırılmış olan hastalıkları temizlemek için güvenilir bir kıstasa (kritere) ihtiyaç vardır. Müslümanlar için bu kıstas Kur’an’dır. Kur’an’ın diğer bir adı, “doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayıran” manasına gelen Furkan’dır ve bu kelime aynı isimdeki bir surenin bir ayetinde Kitab’ın bu özelliğini ifade için kullanılmaktadır.
Lisanın doğru kullanılması, ancak doğru davranışlarla desteklendiği sürece mümkün olur. Çünkü davranışlar ve lisan, kaçınılmaz olarak birbirini etkiler.
---
[11] Lisanda kullanılan ifadelerin birbirindan nasıl ayrılabileceği konusunda bakınız: Kocabaş, Ş. (2001). İfadelerin Gramatik Ayırımı. İstanbul: Küre Yayınları.
Kur’an’da İbrahim suresindeki şu ayetleri lisanda sağlam kavramların önemi açısından çok dikkat çekici buluyoruz:
“Görmedin mi, Allah nasıl bir benzetme yapmıştır: Güzel bir kelime (=kelimetün tayyibe), güzel bir ağaç gibidir, kökü yerde sabit dalları semada.”
“[O ağaç] Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir; Allah, öğüt almaları için insanlara böyle benzetmeler yapar.”
“Kötü bir kelime (= kelimetün habise) de kötü bir ağaç gibidir; kökü yerden koparılmış, kararsızdır.”
“Allah, iman edenleri dünya hayatında da, ahirette de sağlam bir sözle sağlamlaştırır (= yüsebbitullahe); Allah, zalimleri de [uydurdukları kötü sözlerle] saptırır; Allah dilediğini yapar.” (İbrahim 14/24-27)
Lisanın kavram yapısında ilgisizlik ve ihmallerden dolayı meydana gelen bozulmaları bir açıdan biyokimyada mutasyonların DNA kodu üzerinde meydana getirdiği bozulmalara benzetebiliriz. Bu durumda dilbilimcinin görevi sürekli genetik kod üzerinde dolaşan ve bozulan yerlerdeki kodları tamir eden enzimler gibi, bıkıp usanmadan lisandaki kavramlar üzerindeki bozulmaları düzeltmeye çalışmaktır, diyebiliriz.
- 1.9 Kur’an’da hakk kelimesinin yeri ve önemi
Herhangi bir hayat tarzını yansıtan bir lisanın içinde kullanılan bir kelimenin yeri ve önemi, o lisanda diğer kelimelerle meydana getirdiği kavram yapılarının (veya gramer bağlarının) zenginliği ve çeşitliliğine bakarak anlaşılabilir. Bu açıdan değerlendirildiğinde “hakk” kelimesi Kur’an’da çok önemli bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kur’an’dan “hakk” kelimesi isim, sıfat ve fiil hallerinde geçmektedir. İsim olarak geçtiği ayetlerde bu kelimeye 60’dan fazla değişik fiil uygulanmaktadır. Bu fiillerden bazıları şunlardır: ‘alime (bilmek), hedeye (yol göstermek), a’dile (adaletle hükmetmek), reiye (görmek), şehide (şahit olmak), semi’a (işitmek), ‘arefe (tanımak), amene (inanmak) ve ekule (söylemek).
Kur’an’da “hakk” kelimesi 70’den fazla isimle de bağlantılı olarak geçmektedir. Bu isimlerden bazıları ise şunlardır: Kur’an (= kur’an), kitap (= kitab), gökler ve yer (= semavati vel ard), peygamberler (= nebiyyin), melekler (= melaike), din (= din), ümmet (= ümme), söz (= kavl), ayet (= ayet), kıyamet saati (= saah), emr (= emr), denge/simetri (= mizan), nur (= nur) ve cehennem (= cehennem).
Ayrıca ve belki de en önemlisi, Allah (c.c.) ayetlerde kendisini “O, hakkdır” (= huvel hakk) ifadesiyle bu kelime ile isimlendirmektedir. Bütün bunları göz önüne aldığımızda bu kelimenin Kur’an’da en önemli kavramlardan birini meydana getirdiğini söyleyebiliriz.
Lisanların hayat tarzlarını yansıttığını hatırlayacak olursak, her lisanda düşünce, o lisanın temel kavramları üzerine kurulur. Buradan da hemen şunu söyleyebiliriz: Kur’an’ın temel kavramları İslam düşüncesinin de temel kavramları olmalıdır. İslam düşüncesinin gelişmesi, ancak bu temel kavramlar üzerinde geliştirilmesiyle mümkün olacaktır.
- 2. ÇALIŞMA METODU
Kur’an’da belli bir konu üzerinde yapılacak bir kavram çalışmasının çok dikkatli ve sistemli bir şekilde yürütülmesi gerekmektedir. Yaptığımız çalışmanın doğru bir şekilde değerlendirilebilmesi için tatbik ettiğimiz metodu açıklamamız gerekiyor. Bu bölümde, çalışmamızda uyguladığımız inceleme metodunu çeşitli yönleri ve safhaları içinde anlatıyoruz.
- 2.1 Seçilen konuyla ilgili ayetlerin bulunması
Araştırılacak konuyla ilgili ayetlerin çıkarılıp bir dosya halinde toplanması için, Kur’anda geçen kelimelerin bütün türevleriyle hangi surenin hangi ayetlerinde nasıl geçtiğini gösteren Mu’cem veya sadece sure ve ayet numaralarını veren Kur’an sözlüklerinden faydalanılabilir. Biz, Mu’cem’i kullanarak hakk kelimesinin ve türevlerinin geçtiği bütün ayetleri tesbit ettik. Sonra kelimenin geçtiği ayetlerin meallerini ve ayetin latin harfleriyle transkriptlerini kaydettik. Bazı durumlarda, özellikle araştırılan kavram bir isim ise, ona bir zamirle atıf yapılan ayetleri de çıkarabilmek için Kur’an’ı baştan sona taramak gerekebilir. (Böyle bir durum, Kur’an’da yaratma kavramı ile ilgili çalışmamızda ortaya çıkmıştı.)
Ayet mealleri hazırlanırken birkaç meal ve tefsire bakmak gerekiyor, çünkü farklı kişiler tarafından yazılmış mealler bazı kelimelere farklı manalar verebiliyor. Zaten bu yüzden, daha sonraki inceleme safhalarında kolayca görebilmek için ayet meallerinin içinde veya altında ayette geçen önemli kelime ve ifadelerin, bazan da ayetin tamamının transkriptlerini yazdık.
- 2.2 Bulunan ayetlerin dosyalar halinde sınıflandırılması
Yukarıda anlatıldığı şekilde ayet meallerinin ilk listesi hazırlandıktan sonra bunların konulara göre sınıflandırılması gerekiyor. Bu sınıflandırmayı, araştırılan ve ayette geçen kelimenin anlam çerçevesine ve bağlamına göre yaptık. Başlangıçta yaptığımız sınıflandırmada eksiklik ve yanlışlıklar olabileceğini düşünerek, yapılan sınıflandırmanın nihai olmadığını belirterek sonraki çalışmalar için sadece kaba bir sınıflandırma olduğunu daima göz önünde bulundurduk. Daha doğru bir sınıflandırmaya ancak dosyaların bir gurup çalışması ve incelemesi sonunda ulaşabileceğimizi belirttik ve bunu açık bir şekilde ifade ettik.
- 2.3 Dosyaların incelenmesi
Seçilen dosyanın incelenmesine, dosyaya alınmış olan ayetlerde geçen kelimeye bağlı öteki anahtar kelimeleri tesbit ederek başladık. Sonra, anlamları konusunda şüphede olduğumuz anahtar kelimelerin geçtiği ayetlerde anlam çerçevelerini bularak bunların o ayette ne manaya geldiğini tesbit etmeye çalıştık. Bu kelimelere verdiğimiz anlamları tefsirlerde verilen anlamlarla karşılaştırıp gerekli düzeltmeleri yaptık. Böylece elimizde çalışmamızın konusuyla ilgili bir anahtar kelimeler sözlüğü oluştu.
Daha sonra kelimeler arası ilişkilerin kavram grafiklerini çıkardık. Tesbit ettiğimiz anlam çerçeveleri ve kavram grafikleri yardımıyla dosya konusunun genel bir özetini çıkardık. Özet üzerinde karşılaştırma ve tartışma yoluyla dosya konusunun ayrıntılarını ortaya koymaya çalıştık. Sonra da dosya kopyaları üzerinde son eleştiri ve değerlendirmeleri yaptık.
- 2.4 Yayına hazırlama
Çalışmanın yayına hazır hale getirilmesi için hazırlanan son metinler üzerinde formatlama işlemlerini ve buna göre son düzeltmeleri tamamladık ve çalışmayı bir eser halinde yayına hazırlamış olduk.
- 3. KUR’AN’IN ÖZELLİKLERİ
Bu bölümde, Kur’an üzerinde neden böyle bir çalışma yapmaya giriştiğimizin daha iyi anlaşılması için, önce Kur’an’ın nasıl bir kitap olduğunu, onun ayetleri ışığında özetlemeye çalışıyoruz. Önce Kur’an’ın niçin nazil olduğunu ifade eden ayetlere bakıyoruz. Daha sonra onun nasıl bir kitap olduğunu anlatan ayetleri görüyoruz. Bu ayetler bize, onu incelemeye nasıl başlayacağımız hususunda açık bilgiler vermektedir.
3.1 Kur’an niçin indirilmiştir?
Bu kısımda incelediğimiz ayetlerin ışığında Kur’an’ın indiriliş hikmetlerini şöyle özetleyebiliriz:
- Doğru yolu gösterici olması (Bakara 2/185)
- Ulaştığı herkesi uyarması (En’am 6/19)
- Kendinden öncekini [İncil’i] tasdik edici olması (Yunus 10/37)
- Her şeyi açıklayıcı olması (Nahl 16/89)
- Müslümanlara yol gösterici olması (Nahl 16/89)
- En doğru yola iletici ve müjdeleyici olması (İsra 17/9)
- Mü’minlere sebat vermesi ve şifa olması (İsra 17/82)
- Bazı insanların ayrılığa düştükleri hususları anlatması (Neml 27/76)
- Alemlere [çağlara] öğüt olması (Tekvir 81/27)
- Kendilerine ilim verilenlerin onun gerçek olduğunu bilmesi ve ona inanmaları için (Hac 22/54)
Kur’an’ın indirilişinin hikmetleriyle ilgili ayetler şunlardır:
“Ramazan ayı ki, Kur’an onda indirilmiştir; insanlara doğru yolu, ve doğru yolda beyyineleri gösterici ve doğruyla yanlışı ayırtedici olarak (= huden linnasi ve beyyinatin minel huda vel furkan) ...” (Bakara 2/185)
“... De ki: ... bu Kur’an bana vahyolundu ki, onunla sizi ve ulaştığı herkesi uyarayım ...” (En’am 6/19)
“Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını cennet kendilerinin olmak üzere satın almıştır; Allah yolunda savaşırlar, öldürür ve öldürülürler; bu Allah’ın Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da [üstlendiği] gerçek vaadidir; kim Allah’tan daha fazla ahdine vefa eder? ...” (Tevbe 9/111)
“Bu Kur’an, Allah’dan başkası tarafından uydurulacak [bir şey] değildir; o ancak kendinden öncekinin tasdiki ve Kitab’ın tafsilidir; onda tereddüt ifadesi (=rayb) yoktur, o alemlerin Rabbindendir.” (Yunus 10/37)
“Hangi meşguliyette bulunsan (= ve ma tekunu fi şe’nin), Kur’an’dan ne okusan, ve siz ne iş yapsanız (= ve la ta’melune min amelin), Biz içine daldığınızda üzerinizde şahidiz; ne yerde ne gökte zerre ağırlığınca birşey (= miskali zerretin) Rabbinin dikkatinden kaçmaz (= ve ma ya’zubu an rabbike), ne zerreden daha küçük, ne de ondan daha büyük (= asgaru min zalike ve la ekbere); bunların hepsi apaçık bir kitaptadır (= illa fi kitabin mübiyn).” (Yunus 10/61)
“… sana bu Kitab’ı, herşeyi beyan edici ve müslümanlara yol gösterici (= huden), rahmet ve müjdeci olarak indirdik (= ve nezzelna aleykel kitabi tibyanen li külli şey’in ve hüden ve rahmeten ve büşra lil müslimin).” (Nahl 16/89)
“Muhakkak ki bu Kur’an en doğruya iletir (= yehdi) ve iyi ameller yapan mü’minlere büyük bir ecir olduğunu müjdeler.” (İsra 17/9)
“Biz Kur’an’dan mü’minlere şifa olanı indiriyoruz; fakat o, zalimlerin ancak ziyanını arttırır.” (İsra 17/82)
“Biz bu Kur’an’ı sana güçlük çekmen için indirmedik.” (Ta-Ha 20/2)
“Ancak huşu içinde olanlara hatırlatma için (= illa tezkireten li men yahşa).” (Ta-Ha 20/3)
“Arzı ve yüce semavatı yaratmış olan tarafından indirilmiştir.” (Ta-Ha 20/4)
“Muhakkak bu Kur’an sana, hakim ve bilen [Allah’ın] katından ilka edilmektedir (= ve inne le tülakka-l kur’ane min ledün hakiymin ‘aliym).” (Neml 27/6)
“Bu Kur’an, İsrail oğullarına ayrılığa düştükleri [şeylerin] birçoğunu anlatıyor (= yakıssu).” (Neml 27/76)
“Ve Kur’an okumam [emredildi]; artık kim doğru yolu bulursa (= fe men ihteda) kendi yararına yolu bulmuş olur; kim de saparsa de ki: Ben ancak uyarıcılardanım.” (Neml 27/92)
“Kur’an’ı senin üzerine farz kılan elbette seni varılacak yere döndürecektir; ...” (Neml 28/85)
“[Rahman olan Allah] Kur’an’ı öğretti.” (Rahman 55/2)
“O [Kur’an] alemlere öğüttür.” (Tekvir 81/27)
“Biz sana onu böyle Arapça bir kur’an olarak indirdik ve onda tehditleri türlü biçimlere çevirip açıkladık ki korunsunlar, yahut o onlara bir hatırlama yaptırsın.” (Ta-Ha 20/113)
“Korunsunlar diye pürüzsüz pürüzsüz Arapça bir kur’an [indirdik], olur ki korunurlar (= kur’anen arabiyyen gayra zi ‘ıvecin leallehüm yettekun). (Zümer 39/28)
“Hiçbir beşere yakışmaz ki (= ma kane li beşerin), Allah ona Kitab, hüküm ve nebiylik versin de, sonra o da insanlara: ‘Allah’ı bırakıp bana kulluk edin,’ desin; ancak öğrettiğiniz Kitab ve tedris ettiğiniz gereğince Rabba halis kullar olun.” (Al-i İmran 3/79)
“De ki: Mü’minlere sebat vermek ve müslümanlara yol gösterici ve müjde olmak üzere onu Ruh-ul Kudüs, Rabbinden gerçek olarak indirdi (= kul nezzelehu ruhul kudusi min rabbike bil hakk).” (Nahl 16/102)
“Ve kendilerine ilm verilmiş olanlar da onun [Kur’an’ın], Rabbinden [gelen] gerçek olduğunu bilsinler de ona inansınlar (= ve li ya’lemennellezine utul ilme ennehül hakku min rabbike); böylece kalpleri ona saygı duysun; Allah, inananları mutlaka doğru yola iletir (= sıratin mustakim).” (Hac 22/54)
“... sana gösterdiğimiz rüyayı ve Kur’an’da lanetlenmiş ağacı insanlara sınama [aracı] yaptık ...” (İsra 17/60)
“Biz, Kur’an’da [meselleri] tasrif ettik ki öğüt alsınlar (= ve lekad sarrafna fi hazal kur’ani li yezzekkeru); fakat bu sadece onların kaçışlarını arttırıyor.” (İsra 17/41)
“Bir zaman cinlerden bir topluluğu (= neferen minel cinni) Kur’an dinlemek üzere sana yöneltmiştik; hazır olduklarında [birbirlerine]: ‘Susun [dinleyin] dediler; [okuma] tamamlanınca da uyarıcılar olarak kavimlerine döndüler.” (Ahkaf 46/29)
- 3.2 Kur’an nasıl bir kitaptır?
Bu kısımda incelediğimiz ayetlerin ışığında Kur’an’ın nasıl bir kitap olduğunu şöyle özetleyebiliriz:
- Her şeyi açıklayıcı bir kitaptır (Nahl 16/89).
- Allah (c.c.) Kur’an’da insanlar için her çeşit misali tasrif etmiştir (İsra 17/89, Kehf 18/54).
- Kur’an apaçık bir kitaptır (Hicr 15/1, Zuhruf 43/2, Maide 5/15, Ya-Sin 36/69).
- Kur’an arapça okunan bir kitaptır (Yusuf 12/2, Ta-Ha 20/113, Zümer 39/28, Fussilet 41/3, Şura 42/7, Zuhruf 43/3).
- Kur’an azar azar indirilmiştir (İnsan 76/23).
- Kur’an, içinde şüphe konusu bulunmayan, müttakıler için yol gösterici bir kitaptır (Bakara 2/2).
- Kur’an en doğruya iletir (İsra 17/9).
- Kur’an hatırlatma [öğüt] dolu bir kitaptır (Sad 38/1).
- Kur’an, Allah’dan (c.c.) gelen gerçektir (Secde 32/3).
- Gerçeklik olarak (= bil hakk) indirilmiştir (Maide 5/48, İsra 17/105) ve gerçeklik olarak (= bil hakk) inmiştir (İsra 17/105).
- Kendisinden öncekini tasdik eden gerçektir (Fatır 35/31).
- Kendilerine ilm verilmiş olanlar onun gerçek olduğunu bilirler (Hac 22/54).
- Allah (c.c.) katında bulunan ana kitaptadır (Zuhruf 43/4).
- Kur’an, Allah (c.c.) tarafından öğretilmiştir (Rahman 55/2).
- Ne önünden ne arkasından ona batıl gelemez (Fussilet 41/42).
- Kur’an bir şair sözü değildir (Haakka 69/41).
- Benzeri insanlar ve cinler tarafından hiçbir zaman getirilemeyecek bir kitaptır (İsra 17/88).
- Allah’dan (c.c.) bir nurdur (Maide 5/15).
- Kur’an, Allah’ın (c.c.) emrinden bir ruhdur (Şura 42/52).
- Kur’an şerefli (= mecid) bir kitaptır (Kaf 50/1, Büruc 85/21).
- Kur’an kıymetli (= keriym) bir kitaptır (Vakı’a 56/77).
- Kur’an eşsiz (= aziyz) bir kitaptır (Fussilet 41/41).
- Kur’an yüce ve hikmetli (= ‘aliyyun hakiym) bir kitaptır (Zuhruf 43/4).
- Kur’an büyük (= aziym) bir kitaptır (Hicr, 15/87), büyük (= aziym) bir haberdir (Sad 38/67).
Görüldüğü gibi, son ayetlerde (50/1, 85/21, 56/77, 41/41, 43/4, 15/87, 38/67) Allah (c.c.), kendisini tanıtmak için kullandığı mecid, keriym, aziz, ‘aliyyün hakim ve aziym sıfatlarını Kur’an için de kullanmaktadır. Bu da Kur’an hakkında çok dikkat çekici bir husustur.
Kur’an’ın nasıl bir kitap olduğuyla ilgili tesbit ettiğimiz ayetler şunlardır:
“Elif Lam Ra, bunlar Kitab’ın ve apaçık Kur’anın ayetleridir (= tilke ayatul kitabi ve kur’anin mubiyn).” (Hicr 15/1)
“Apaçık Kitab’a andolsun ki” (Zuhruf 43/2)
“O [Kur’an], katımızda bulunan ana kitaptadır; yücedir, hikmetlidir (= ve innehu fi ummil kitabi ledeyna le aliyyün hakim).” (Zuhruf 43/4)
“Bu [Kur’an], içinde tereddüt [ifadesi] bulunmayan, müttakıler için yol gösterici bir kitaptır (= zalikel kitabu la raybe fihi huden li-l muttakiyn).” (Bakara 2/2)
“Eğer kulumuza indirdiğimizden [Kur’an’dan] tereddüt (= rayb) içindeyseniz, haydi onun gibi bir sure getirin (= ve in küntüm fi raybin min ma enzelna ‘ala abdina fe’tu bi suretin min mislihi); Allah’dan başka şahitlerinizi de çağırın, sadıklardan iseniz.”
“O [Kur’an] bir şair sözü değildir; siz ne az inanıyorsunuz (= ve ma huve bi kavli şa’irin kaliylen ma tu’minuun).” (Haakka 69/41)
“… gerçekten size Allah’dan bir nur ve açık bir kitap gelmiştir (= kad caeküm minallahi nuran ve kitabun mubiyn).” (Maide 5/15)
“… O [Kur’an], Rabbinden gelen gerçektir (= huvel hakku min rabbike) …” (Secde 32/3)
“Sana da … bu kitabı [Kur’an’ı] gerçeklik olarak indirdik (= ve enzelna ileykel kitabe bil hakk) …” (Maide 5/48)
“Kitap’tan sana vahyettiğimiz, kendisinden öncekini doğrulayan gerçektir (= hüvel hakku); Allah, kullarından haberdar olandır, görendir (= innallahe bi ibadihi habiyrun basiyr).” (Fatır 35/31)
“Biz onu [Kur’an’ı] gerçek olarak indirdik ve o, gerçek olarak inmiştir; seni de ancak bir müjdeleyici ve uyarıcı olarak göderdik (= ve bil hakki enzelnahu ve bil hakki nezele vema erselnake illa mübeşşiran ve neziyra) .” (İsra 17/105)
Bu ayette Kur’an’ın hem gerçek olarak indirildiği, hem de gerçek olarak inmiş olduğu ifade edilmektedir ki bu, onun hiçbir şekilde bozulmaya uğramadan elimize geçmiş olduğunun güçlü bir ifadesidir.
“Ve kendilerine ilm verilmiş olanlar da onun [Kur’an’ın], Rabbinden [gelen] gerçek olduğunu bilsinler de ona inansınlar (= ve li ya’lemennellezine utul ilme ennehül hakku min rabbike); böylece kalpleri ona saygı duysun; Allah, inananları mutlaka doğru yola iletir (= sıratin mustakim).” (Hac 22/54)
“İşte sana da böyle emrimizden bir ruh vahyettik (= ve kezalike evhayna ileyke ruhan min emrina); sen Kitap nedir, iman nedir bilmezdin; fakat Biz onu kullarımızdan dilediğimizi doğru yola ilettiğimiz bir nur yaptık; muhakkak ki sen doğru yola götürüyorsun.” (Şura 42/52)
Bu ayette, vahyedilen Kur’an için ruh ve emr kelimeleri geçmektedir. Kur’an’ın emrden bir ruh olması, onun önemli özelliklerinden biridir, emr bilgi ile yakın alakalı bir kavramdır.
“Kaf, şerefli Kur’an’a andolsun (= kaf vel kur’anil mecid).” (Kaf 50/1)
“Muhakkak ki Biz sana Kur’an’ı azar azar indirdik (= inna nahnu nezzelna aleykel kur’ane tenzila).” (İnsan 76/23)
“Hayır, o şerefli bir Kur’an’dır (= bel hüve kur’anun mecid).” (Büruc 85/21)
“Ta-Sin; bunlar Kur’an’ın ve apaçık bir Kitab’ın ayetleridir.” (Neml 27/1)
“Biz, akledesiniz diye onu arapça bir Kur’an yaptık (= inna cealnahu kur’anen arabiyyen le alleküm ta’kılun).” (Zuhruf 43/3)
“Yıldızların yerlerine yemin ederim (= fe la uksimu bi mevakı’in nücum).”
“Bilirseniz, bu büyük bir yemindir (= ve innehu le kasemun lev ta’lemune aziym).”
“O elbette kerim [kıymetli, güzel] bir kur’andır (= innehu le kur’anun keriym).”
“Saklı bir kitapta (= fi kitabin meknun).” (Vakı’a 56/75-78)
“Biz bu Kur’an’ı bir dağ üzerine indirmiş olsaydık, onu Allah korkusundan parçalanmış görürdün (= leraeytehu haşian mütesaddian min haşyetillah).” (Haşr 59/21)
“Bu öyle bir Kur’an olsaydı da, kendisiyle dağlar yürütülseydi (= süyyiret bihil cibal), veya onunla arz kesilseydi (= kutti’at bihil ard), yahut onunla ölüler konuşturulsaydı! Hayır, bütün emrler Allah’a aittir (= ve lillahil emru cemi’an); iman edenler hala anlamadılar mı ki, Allah dileseydi bütün insanları doğru yola iletirdi; sanatla yaptıkları yüzünden (= bi ma saneu) kafirlerin başlarına ani bir bela gelmeye devam edecek, yahut ülkelerinin yakınına konacaktır; Allah’ın vaadi gelinceye kadar bu böyle devam edecektir; Allah sözünden caymaz.” (Ra’d 13/31)
“Andolsun Biz sana ikililerden yedi ve bu büyük Kur’an’ı (= kur’ane’l aziym) verdik.” (Hicr 15/87)
“Muhakkak ki bu Kur’an en doğruya iletir (= yehdi) ve iyi ameller yapan mü’minlere büyük bir ecir olduğunu müjdeler.” (İsra 17/9)
“De ki; andolsun, eğer insan ve cinler bu Kur’an’ın bir benzerini getirmek üzere toplansalar ve [bu iş için] birbirlerine yardımcı olsalar, yine onun bir benzerini getiremeyeceklerdir.” (İsra 17/88)
“Muhakkak bu Kur’an’a sen, hakim ve bilen [Allah’ın] katından muhatap kılındın (= tülekka).” (Neml 27/6)
“Kendilerine Kitab verdiklerimiz onu öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar, ama kendi kendi nefslerini husrana uğratanlar inanmazlar.” (En’am 6/20)
“Bu Kur’an, İsrail oğullarına ayrılığa düştükleri [şeylerin] birçoğunu anlatıyor (= yakıssu).” (Neml 27/76)
“Kur’an’ı senin üzerine farz kılan elbette seni varılacak yere döndürecektir; ...” (Neml 28/85)
“[Rahman olan Allah] Kur’an’ı öğretti.” (Rahman 55/2)
“Biz sana onu böyle Arapça bir kur’an olarak indirdik ve onda tehditleri türlü biçimlere çevirip açıkladık ki korunsunlar, yahut o onlara bir hatırlama yaptırsın.” (Ta-Ha 20/113)
“Korunsunlar diye pürüzsüz Arapça bir kur’an [indirdik], olur ki korunurlar (= kur’anen arabiyyen gayra zi ıvecin leallehüm yettekun). (Zümer 39/28)
“Biz onu Arapça bir kur’an olarak indirdik ki akledesiniz (= inna enzelnahu kuranen arabiyyen lealleküm ta’kılun).”( Yusuf 12/2)
“İşte Biz sana böyle Arapça bir kur’an vahyettik ki kentlerin anasını [Mekke’yi] ve çevresindekileri uyarasın …” (Şura 42/7)
“Biz onu Arapça bir kur’an yaptık, akledesiniz diye.” (Zuhruf 43/3)
“Eğer Biz onu yabanci dilde bir kur’an yapsaydık, derlerdi ki: ‘Ayetleri açıklanmalı değil miydi? Araba yabancı söz mü?’ De ki: O, mü’minler için bir yol gösterici ve şifadır …” (Fussilet 41/44)
“… sana bu Kitab’ı, herşeyi beyan edici ve müslümanlara yol gösterici, rahmet ve müjdeci olarak indirdik (= ve nezzelna aleykel kitabi tibyanen li külli şey’in ve hüden ve rahmeten ve büşra lil müslimin).” (Nahl 16/89)
“De ki: Mü’minlere sebat vermek ve müslümanlara yol gösterici ve müjde olmak üzere onu Ruh-ul Kudüs, Rabbinden gerçek olarak indirdi (= kul nezzelehu ruhul kudusi min rabbike bil hakk).” (Nahl 16/102)
“Andolsun Biz bu Kur’an’da her çeşit misali insanlar için tasrif ettik, ama insanların çoğu inkarda direttiler.” (İsra 17/89)
Bu ayete geçen sarrafna (= tasrif etmek) kelimesi, “çeşitli yönleriyle anlatmak” manasına geliyor.
“Biz, bu Kur’an’da insanlar için her misali tasrif ettik (= ve le kad sarrafna); insan ise birçok şeyde cedelcidir (= ve kanel insanu eksere şey’in cedela).” (Kehf 18/54)
“De ki: Onu [Kur’an’ı] göklerdeki ve yerdeki sırları bilen indirdi; O çok bağışlayan, çok esirgeyendir. (= kul enzelehu ellezi ya’lemu-s sirra fi-s semavati vel ard).” (Furkan 25/6)
“De ki: o [Kur’an] azim bir haberdir (= kul hüve nebeün azim). Siz ise ondan yüz çeviriyorsunuz. Yüceler Meclisi tartışırlarken [aralarında] neler geçtiğine dair bir bilgim yoktu (= ma kane liye min ilmin bil meleil a’la iz yahtesimun). Ben ancak bir uyarıcı olduğum için bu bilgi bana vahyediliyor.” (Sad 38/67-70)
“Andolsun onlar kendilerine gelen zikri [Kur’an’ı] inkar ettiler; halbuki o öyle eşsiz bir kitaptır ki (= ve innehu le kitabun ‘aziz) .” (Fussilet 41/41)
“Ne önünden, ne arkasından batıl ona gelemez (= la ye’tihil batilu min beyni yedeyhi ve la min halfihi); çünkü o, hüküm ve hikmet sahibi çok övülen (= hakim, hamiyd) [Allah] tarafından indirilmiştir.” (Fussilet 41/42)
“Biz onlara afakda ve kendi nefislerinde ayetlerimizi göstereceğiz ki onun [Kur’an’ın] hakk olduğu iyice belli olsun; Rabbinin herşeye şahid olması yetmez mi?” (Fussilet 41/53)
“Biz bu Kur’an’ı vahyetmekle sana kıssaların en güzelini anlatıyoruz; sen daha önce bunlardan habersizdin.” (Yusuf 12/3)
“Hikmetli Kur’an’a andolsun.” (Ya-Sin 36/2)
“Biz ona şiir öğretmedik; ona yakışmaz da; o sadece bir öğüt ve beyan edici (= mübiyn) bir Kur’an’dır.” (Ya-Sin 36/69)
“Sad, ve öğüt dolu (= ziz zikr) Kur’an’a andolsun ki.” (Sad 38/1)
“O [Kur’an veya İsa], muhakkak Saat’in [geleceğinin] bir bilgisidir (= ve innehu le ‘ilmün lis saati); bundan hiç kuşkunuz olmasın (= fe la temterune bi ha), bana uyun, doğru yol budur.” (Zuhruf 43/61)
“Bir zaman cinlerden bir topluluğu (= neferen minel cinni) Kur’an dinlemek üzere sana yöneltmiştik; hazır olduklarında [birbirlerine]: ‘Susun [dinleyin] dediler; [okuma] tamamlanınca da uyarıcılar olarak kavimlerine döndüler.” (Ahkaf 46/29)
“Akleden bir ulus için ayetleri açıklanmış Arapça bir kur’an (= kitabun fussilet ayatihi kur’anen arabiyyen li kavmin ya’kılun).” (Fussilet 41/3)
“De ki: Cinlerden bir topluluğun [Kur’an’ı] dinleyip şöyle dedikleri bana vahyedildi: ‘Biz harikulade güzel bir kur’an dinledik (= fe kaaluu inna semi’na kur’anen ‘aceba)” (Cin 72/1)
“Onu [senin kalbinde] toplamak ve onun okunması (= kur’anehu) Bize aittir.”
“O halde onu sana okuduğumuzda onun okunmasını (= kur’anehu) takib et.” (Kıyamet 75/17-18)
“Muhakkak ki o zikri [Kur’an’ı] Biz indirdik ve onu muhakkak Biz koruyacağız (= inna nahnu nezzelne’z zikre ve inna lehu hafizun)”. (Hicr 15/9)
Bu son ayet (15/9) kesin bir şekilde Kur’an’ın Allah (c.c.) tarafından indirilmiş olduğunu ve kıyamete kadar korunacağını bildirmektedir.
- 3.3 Kur’an üzerine inceleme nasıl yapılır?
Bu kısımda incelediğimiz ayetlerin ışığında Kur’an üzerine araştırmanın nasıl yapılabileceğini şöyle özetleyebiliriz:
- Önceki kısımda gördüğümüz ayetlerde (Kaf 50/1, Büruc 85/21, Vakıa 56/77, Fussilet 41/41, Zuhruf 43/4, Hicr 15/87, Sad 38/67) Allah (c.c.), Kur’an’da kendisini tanıtmak için kullandığı mecid, keriym, aziz, ‘aliyyün hakim, aziym sıfatlarını Kur’an için de kullanmaktadır. Bu sıfatlar bize Kur’an’ın ne kadar önemli, güçlü ve değerli bir kitap olduğunu hatırlatmaktadır. Kur’an’ı incelerken onun her ayeti, her kelimesi, hatta her harfi üzerinde dikkatle durmamız gerekiyor.
- Kur’an insanlar tarafından mutlaka incelenmesi gereken bir kitaptır (Mü’minun 23/68, Sad 38/29, Nisa 4/82, Muhammed 47/24). Kur’an, tek kişi olarak incelenebileceği gibi (Mü’minun 23/68, Sad 38/29), aynı zamanda bir araştırma grubu içinde karşılıklı olarak incelenmesi gereken bir kitaptır (Nisa 4/82, Muhammed 47/24).
- Kur’an, her devirde insanların sahip olabileceğinden daha fazla bilgi ihtiva etmektedir, çünkü o, göklerde ve yerdeki sırları bilen Allah (c.c.) tarafından indirilmiştir (Furkan 25/6). Kur’an’ı incelerken bu hususun da göz önünde tutulması gerekir.
- Kur’an arapça okunan bir kitaptır (Yusuf 12/2, Ta-Ha 20/113, Zümer 39/28, Fussilet 41/3, Şura 42/7, Zuhruf 43/3); dolayısıyla, Kur’an’ı incelemek için Arapçanın kelime yapılarını ve gramerini bilmek gerekiyor.
- Kur’an bir şair sözü değildir (Ya-Sin 36/69, Haakka 69/41); onu incelerken bu hususun göz önüne alınması gerekiyor. Şiirde, musikiyi korumak gayesiyle aynı mana için farklı kelimeler kullanılır. Kur’an’da ise her kelime bir veya daha fazla manaya gelebildiği halde, aynı mana için iki farklı tek isim veya fiil kullanılmamıştır. (Dilbilim açısından incelediğimizde Kur’an’da “müteradif” kabul edilen kelimelerin Kitap’taki kullanımları arasında önemli farklar bulunduğu görülmektedir.)
- Kur’an’da bir ayette geçen bir kelimenin hangi anlama geldiği, o kelimenin geçtiği öteki ayetler incelenerek anlaşılabilir. Bu da gene, Kur’an’daki kelimelerin, şiirde olduğu gibi rasgele değil, çok hassas bir şekilde kullanılmış olmasındandır.
- Kur’an’da her çeşit örnek insanlar için tasrif edilmiştir (İsra 17/89, Kehf 18/54, Rum 30/58); buradaki “tasrif etmek” fiili, “çeşitli yönleriyle anlatmak” manasına geliyor. Bu yüzden, Kur’an’da verilen örnekler üzerinde dikkatle durmak, bunlarla ilgili ayetleri bir arada incelemek gerekiyor.
- Kur’an üzerine çalışırken onda anlamadığımız bir konuyla karşılaşmışsak, bu mutlaka bizim bilgimizin yetersizliğindendir. Bu durumda şöyle dua etmemiz gerekir: “Rabbim, benim ilmimi arttır.” (TaHa 20/114)
- Kur’an’da anlatılanların gerçek olduğu ilim sahipleri tarafından bilinebilir (Hac 22/54). Onun için Kur’an’da anlatılan olayları araştırıp incelemek gerekir.
- Kur’an, aynı zamanda karşılıklı hatırlatılması ve öğüt alınması gereken bir kitaptır (Zümer 39/27, Sad 38/29)
- Kur’an, öğüt alınması için kolaylaştırılmıştır (Kamer 54/17, Kamer 54/22, Kamer 54/32, Kamer 54/40). Kur’an’ın bu özelliği, onda anlatılan konuların çeşitli yönleriyle farklı yerlerde tekrar edilerek anlaşılmasını kolaylaştırmasından gelmektedir.
- Kur’an’ın araştırılmasının ve incelenmesinin terkedilmesi, artık ondan öğrenecek birşey kalmadığı sonucuna götürür ki, bu da Kur’anı terketmeye yol açar. Kur’an’da, Peygamber’in (s.a.v.) hesap günü bu durumdaki kavminden (yani kendilerinin müslüman olduğunu iddia edenlerden) şikayetçi olacağı bir ayette (Furkan 25/30) açık bir şekilde ifade edilmektedir.
Kur’an’ın nasıl incelenmesi gerektiğiyle ilgili gördüğümüz ayetler şunlardır:
“Biz onu arapça bir kur’an olarak indirdik ki akledesiniz (= inna enzelnahu kuranen arabiyyen lealleküm ta’kılun).”(Yusuf 12/2)
“Biz sana onu böyle Arapça bir kur’an olarak indirdik ve onda tehditleri türlü biçimlere çevirip açıkladık ki korunsunlar, yahut o onlara bir hatırlama yaptırsın.” (Ta-Ha 20/113)
“Korunsunlar diye pürüzsüz arapça bir kur’an [indirdik], olur ki korunurlar (= kur’anen arabiyyen gayra zi ıvecin leallehüm yettekun). (Zümer 39/28)
“Eğer Biz onu yabanci dilde bir kur’an yapsaydık, derlerdi ki: ‘Ayetleri açıklanmalı değil miydi? Araba yabancı söz mü?’ De ki: O, mü’minler için bir yol gösterici ve şifadır …” (Fussilet 41/44)
“İşte Biz sana böyle arapça bir kur’an vahyettik ki kentlerin anasını [Mekke’yi] ve çevresindekileri uyarasın …” (Şura 42/7)
“Biz, akledesiniz diye onu arapça bir Kur’an yaptık (= inna cealnahu kur’anen arabiyyen le alleküm ta’kılun).” (Zuhruf 43/3)
Yukarıdaki ayetlerde (42/7, 43/3) Kur’an’ın arapça olarak indirilmesi, onun anlaşılmasında arapça gramerinin önemini ortaya koymaktadır. Kur’an üzerine yapılacak incelemelerde bu husus mutlaka göz önüne bulundurulmalıdır.
“O [Kur’an] bir şair sözü değildir; siz ne az inanıyorsunuz (= ve ma huve bi kavli şa’irin kaliylen ma tu’minuun).” (Haakka 69/41)
“Biz ona şiir öğretmedik; ona yakışmaz da; o sadece bir öğüt ve beyan edici (= mübiyn) bir Kur’an’dır.” (Ya-Sin 36/69)
“Andolsun Biz bu Kur’an’da her çeşit misali insanlar için tasrif ettik, ama insanların çoğu inkarda direttiler.” (İsra 17/89)
Bu ayette (17/89) geçen sarrafna (= tasrif etmek) kelimesi, “çeşitli yönleriyle anlatmak” manasına geliyor.
“Biz, bu Kur’an’da insanlar için her misali tasrif ettik (= ve le kad sarrafna); insan ise birçok şeyde cedelcidir (= ve kanel insanu eksere şey’in cedela).” (Kehf 18/54)
“Andolsun Biz bu Kur’an’da insanlara her misali tasrif ettik; ...” (Rum 30/58)
“Gerçek hükümdar olan Allah yücedir (= fe teal-allahu-l melikül hakk); Kur’an sana vahyedilirken, vahiy bitmeden önce acele etme ve ‘Rabbim, benim ilmimi arttır’ de (= ve kul rabbi zid ni ilma).” (Ta-Ha 20/114)
“Ve kendilerine ilm verilmiş olanlar da onun [Kur’an’ın], Rabbinden [gelen] gerçek olduğunu bilsinler de ona inansınlar (= ve li ya’lemenn ellezine utul ilme ennehül hakku min rabbike); böylece kalpleri ona saygı duysun; Allah, inananları mutlaka doğru yola iletir (= sıratin mustakim).” (Hac 22/54)
“Onlar o sözü [Kur’an’ı] incelemediler mi? (= efe lem yeddebberul kavle) …” (Mü’minun 23/68)
“Sana [bu] mübarek Kitabı indirdik, ayetlerini incelesinler (= li yeddebberu ayatihi) ve sağduyu sahipleri öğüt alsınlar (= ve li yezzekkeru ulil elbab).” (Sad 38/29)
Ulil elbab kelimesinin geçtiği ayetler şunlar: 2/179, 2/197, 2/269, 3/7, 3/190, 5/100, 12/111, 13/19, 14/52, 38/29, 38/43, 39/9, 39/18, 39/21, 40/54, 65/10.
“[Bu] Kur’an’ı karşılıklı incelemiyorlar mı (= efe la yetedebberunel kur’an)? Eğer o, Allah’dan başkası tarafından [indirilmiş] olsaydı, onda çok çelişkiler bulurlardı (= ihtilafen kesiyra).” (Nisa 4/82)
“Kur’an’ı karşılıklı incelemiyorlar mı? (= efela yetedebberunel kur’ane), yoksa kalpler üzerinde kilitleri mi var? (= akfaluha) (Muhammed 47/24)
“Andolsun Biz insanlar için bu Kur’anda her misali vurguladık, karşılıklı hatırlatsınlar diye (= ve lekad darabna linnasi fi hazal kur’ani min külli meselin leallehüm yetezekkerun).” (Zümer 39/27)
“De ki: Onu [Kur’an’ı] göklerdeki ve yerdeki sırları bilen indirdi; O çok bağışlayan, çok esirgeyendir. (= kul enzelehu ellezi ya’lemu-s sirra fi-s semavati vel ard).” (Furkan 25/6)
“[O gün] Resul de: ‘Ya Rabbi, ulusum bu Kur’anı terkedip gittiler (= ve kale’r rasulu ya rabbi inne kavmi ittehazu haazel kur’ane mehcura).” (Furkan 25/30)
“Andolsun Biz Kur’an’ı öğüt [alacaklar] için kolaylaştırdık, öğüt alan(?) (= müddekir) yok mudur?” (= ve lekad yessernel kur’ane lizzikri fe hel min müddekir).” (Kamer 54/17)
“Andolsun Biz Kur’an’ı öğüt [alacaklar] için kolaylaştırdık, öğüt alan yok mudur?” (Kamer 54/22)
“Andolsun Biz Kur’an’ı öğüt [alacaklar] için kolaylaştırdık, öğüt alan yok mudur?” (Kamer 54/32)
“Andolsun Biz Kur’an’ı öğüt [alacaklar] için kolaylaştırdık, öğüt alan yok mudur?” (Kamer 54/40)
“Biz onlara afakda ve kendi nefislerinde ayetlerimizi göstereceğiz ki onun [Kur’an’ın] hakk olduğu iyice belli olsun; Rabbinin herşeye şahid olması yetmez mi?” (Fussilet 41/53)
- 3.4 Kur’an nasıl okunur?
Kur’an okumaya kovulmuş Şeytan’dan, Allah’a (c.c.) sığınarak başlamalıdır (Nahl 16/98). Kur’an’ı, gecenin ortasında ve sabah ağır ağır okumalıdır (İsra 17/106, Müzzemmil 73/4). Kur’an’ı hatasız okumaya gayret edilmelidir, bunun için de ondan kolay gelen yerleri okumak uygun olur (Müzzemmil 73/20).
“Ve onu bir kur’an olarak insanlara ağır ağır okuman için okuma parçalarına ayırdık ve onu azar azar indirdik.” (İsra 17/106)
“… ve [gecenin ortasında] ağır ağır Kur’an oku.”(Müzzemmil 73/4)
“… Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun …” (Müzzemmil 73/20)
“Kur’an okuduğun zaman kovulmuş şeytandan Allah’a sığın.” (Nahl 16/98)
“… sabahın Kur’an’ını da unutma, çünkü sabahın Kur’an’ı görülmeye değerdir.” (İsra 17/78)
“Hangi meşguliyette bulunsan (= ve ma tekunu fi şe’nin), Kur’an’dan ne okusan, ve siz ne iş yapsanız (= ve la ta’melune min amelin), Biz içine daldığınızda üzerinizde şahidiz; ne yerde ne gökte zerre ağırlığınca birşey (= miskali zerretin) Rabbinin dikkatinden kaçmaz (= ve ma ya’zubu an rabbike), ne zerreden daha küçük, ne de ondan daha büyük (= asgaru min zalike ve la ekbere); bunların hepsi apaçık bir kitaptadır (= illa fi kitabin mübiyn).” (Yunus 10/61)
- 3.5 Kur’an okunurken nasıl davranılır?
Kur’an okunduğu zaman mutlaka susup dinlemek gerekir (A’raf 7/204, Ahkaf 46/29). Secde ayetleri okunduğu zaman da (o anda yer uygun değilse daha sonra) secde etmek gerekir .
“Kur’an okunduğu zaman onu dinleyin (= ve iza kuriyel kur’anu festemi’u lehu) ve susun ki size rahmet edilsin (= ve ensıtu le’alleküm turhamun).” (A’raf 7/204)
“Bir zaman cinlerden bir topluluğu (= neferen minel cinni) Kur’an dinlemek üzere sana yöneltmiştik; hazır olduklarında [birbirlerine]: ‘Susun [dinleyin] dediler; [okuma] tamamlanınca da uyarıcılar olarak kavimlerine döndüler.” (Ahkaf 46/29)
“Ve onu bir kur’an olarak insanlara ağır ağır okuman için okuma parçalarına ayırdık ve onu azar azar indirdik.” (İsra 17/106)
“… sabahın Kur’an’ını da unutma, çünkü sabahın Kur’an’ı görülmeye değerdir.” (İsra 17/78)
“[Onların nesi var ki] kendilerine Kur’an okunduğu vakit secde etmiyorlar?” (İnşikak 84/21)
“De ki: Siz ister ona inanın, ister inanmayın; o daha önce kendilerine bilgi verilenlere okunduğu zaman onlar derhal çeneleri üstüne secdeye kapanırlar (= yehurrune lil ezkani sücceda).” (İsra 17/107)
“Rabbimizin şanı yücedir, gerçekten Rabbimizin vaadi mutlaka ifa edilir, derler.” (İsra 17/108)
“Ağlayarak çeneleri üstüne kapanırlar ve o [Kur’an] onların derin saygısını arttırır.” (İsra 17/109)
- 3.6 Kur’an’ı anlamayanlar ve onu inkar edenler
Bu kısımda Kur’an’ı anlamayanlarla onu inkar edenlerin durumuyla ilgili ayetler verilmektedir. Kur’an’ı anlayabilmek için ona karşı peşin bir inkarcılıkla gelmemek gerekir. Yani onu anlama çabasında samimi olmak gerekir. Ayetlerde de açıkça belirtildiği gibi aynı ayetlerin inanmak için veya inanarak okuyanlarla inkarcılar arasındaki etkileri tam ters olabilmektedir (İsra 17/45, İsra 17/46, İsra 17/82, Hac 22/55). Kitap Ehli bazı kimseler, Kur’an’ın Allah (c.c.) tarafından indirilmiş olduğunu, öz oğullarının tanıdıkları gibi tanıdıkları halde inanmazlar.
“Ey iman edenler, açıklandığı zaman hoşunuza gitmeyecek [şeyleri] sormayın; eğer Kur’an indirilirken onları sorarsanız, size açıklanır; halbuki Allah, onlardan geçmiştir; Allah bağışlayandır, halimdir.” (Maide 5/101)
“Kur’an okuduğun zaman seninle ahirete inanmayanların arasına gizli bir perde çekeriz.” (İsra 17/45)
“[Ahirete inanmayanların] kalplerine onu anlamalarına engel olacak kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık koyarız; Kur’an’da yalnız Rabbini andığın zaman arkalarına dönüp kaçarlar.” (İsra 17/46)
“Biz Kur’an’dan mü’minlere şifa olanı indiriyoruz; fakat o, zalimlerin ancak ziyanını arttırır.” (İsra 17/82)
“Onlar Kur’an’ı bölük bölük ettiler.” (Hicr 15/91)
“İnkar edenler ise, ansızın o Saat kendilerine gelinceye, yahut o hayırsız günün azabı kendilerine gelinceye kadar ondan [hakk’dan veya Kur’an’dan] bir kuşku (= fi miryetin) içinde olacaktır.” (Hac 22/55)
“Onlara açık ayetlerimiz okunduğu zaman Bizimle buluşmayı ummayanlar: Bundan başka bir Kur’an getir veya bunu değiştir’ dediler; ... “ (Yunus 10/15)
“Ve o kafirler: ‘Kur’an ona bir defada indirilmeli değil miydi,’ dediler …” (Furkan 25/32)
“İnkar edenler dedi ki: ‘Biz ne bu Kur’an’a, ne de bundan öncekilere inanırız.’ Sen o zalimleri Rablerinin huzurunda tutuklanmış, birbirlerine dönüp söz atarlarken bir görsen; ...” (Sebe 34/31)
“İnkar edenler dediler ki: ‘Bu Kur’an’ı dinlemeyin, gürültü yapın, belki ona galip gelirsiniz.” (Fussilet 41/26)
“Ve dediler ki: ‘Bu Kur’an iki kentten büyük bir adama indirilmeli değil miydi?’” (Zuhruf 43/31)
“Biz onların ne dediklerini biliyoruz; sen onların üzerine bir zorlayıcı değilsin, sadece tehdidimden korkanlara Kur’an ile öğüt ver.” (Kaf 50/45)
“Şimdi siz bu söze [Kur’ana] mi hayret ediyorsunuz?” (Necm 53/59)
“İnsanlardan kimi de [vardır ki] ne bir bilgiye, ne bir delile, ne de aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksızın Allah hakkında mücadele eder.” (Hac 22/8)
“De ki: Allah’dan başka yalvardığınız şu tanrılarınızı gördünüz mü; gösterin bana onlar arzdan (= min el ard) hangi şeyi yarattılar? Yoksa onların göklerde [Allah’a] ortakları mı var? Yoksa Biz onlara bir kitap vermişiz de ondan bir delil üzerinde mi bulunuyorlar? Hayır, o zalimler birbirlerine aldatmadan başka birşey vaad etmiyorlar.” (Fatır 35/40)
“Kendilerine Kitab verdiklerimiz onu öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar, ama kendi kendi nefslerini husrana uğratanlar inanmazlar.” (En’am 6/20)
Ayrıntılı Bilgi ve Dökümanlar; http://www.sakirkocabas.com/
Yorum Gönder