Menu
 

Öncelikle belirteyim ki; Kur'an ne bilim, ne tarih, ne anayasa kitabıdır. Amacı bize bilim sunmak veya tarihi bilgi vermek değildir. Elbette bunlara ilişkin hiç veri bilgi yok demek değildir. Ama Kur'an hayat kitabıdır rehberidir, öğüttür. Bunu yaparken verdiği örneklemelerin tanımlamaların gerçek veya doğru olmasının önemi yoktur.Kur’an 7.yy'da Arap yarım adasında yaşayan toplumun bilgi birikimi, kültürü ve sosyolojisine göz önünde bulunarak hitap edilmiş ve o toplumun kendi şartlarına göre çözüm önerisinde bulunmuştur. Ayrıntılı bilgi için bakınız: Kuran ve Bilim


Bu Yazı, Sn.Şakir KOCABAŞ'ın "Semavat ve Arzın Yaratılışıyla İlgili Ayetler" Kitabından Alıntıdır.

...
Fussilet suresindeki müteakip ayette (41/12) geçen hünne (= o ikisini veya onları) yani henüz ayrılmamış olan sema ve arzı iki günde [safhada] yedi sema olarak kaza etti. Bu ayette geçen "onları" ifadesi, sadece göklerden bahsediyor da olabilir.

      Böylece onları [sema ve arzı] iki günde [safhada] yedi sema olarak kaza etti, ve her semaya da [o semanın] emrini vahyetti (= fe kadahünne seb'a semavatin fi yevmeyni ve evha fi külli semain emreha); Biz dünya semasını ışıklarla donattık (= ve zeyyennes semaed dünya bi mesabih), ve bir koruma ile [onu koruduk]; işte bu, güçlü ve bilen Allah'ın takdiridir. (41/12)

   Bu ayette haleka kelimesi yerine kada kelimesinin kullanılmış olması dikkat çekiyor.
 Bu kelime ayetlerde üç farklı manada, "tamamlamak", "yerine getirmek" ve "kararlaştırmak" manalarında geçiyor. "Yedi semadan her birine o semanın emrini vahyetti." Buradaki emreha kelimesi "o semanın emri" demek oluyor. Emr kelimesinin sonundaki ha zamir eki dişi sınıfından tekil varlıklar için kullanılıyor. Böylece her bir semanın özelliklerinin bu emrlerle belirlenmiş olduğunu düşünmek mümkündür. Gene bu ayette geçen semaed dünya (= dünya seması) ifadesi, güneş sistemi dediğimiz hacımdaki bir semaya işaret ediyor olmalı, çünkü aynı ifade 37/6 ayetinde de geçiyor: inna zeyyennes semaed dünya bi ziynetinil kevakib (= andolsun Biz, dünya semasını gezegenler takısıyla süsledik). Buradan da "dünya seması" ifadesinin gezegenleri içine alan genişlikteki bir mekanı ifade ettiğini söyleyebiliyoruz.

   Bazı günümüz yorumcularına göre bu ayetteki "yedi sema" dünya semasının tabakaları olabilir. Bu günkü bilgilerimize göre bu tabakalar şöyledir: 1) troposfer, 2) stratosfer, 3) ozonosfer, 4) mezosfer, 5) termosfer, 6) iyonosfer, 7) ekzosfer. Bu tabakalardan her biri belli özelliklere sahiptir.

Fakat biz, bu ayette işaret edilen yedi semanın dünya atmosferinin tabakalarını değil, bütün evreni meydana getiren yedi semayı ifade ettiğini düşünüyoruz.
      Allah O'dur ki, yedi semayı ve arzdan da onların mislini yarattı (= allahüllezi haleka seb'a semavatin ve minel ardi mislehünne); emr bunlar arasından iner ki Allah'ın her şeye gücü yeter olduğunu ve Allahın, herşeyi bir bilgi ile kuşatmış olduğunu bilesiniz (= yetenezzelül emrü beynehünne li ta'lemu ennallahe 'ala külli şey'in kadiyr ve ennallahe kad ehata bi külli şey'in ilma). (65/12)

   Bu ayette (65/12) Allah (c.c.) yedi semayı ve arzdan da onların (sayıca) mislini yarattığını bildiriyor ki, buradan üç farklı durum anlaşılabilir:
1) Yedi sema olduğu gibi, bildiğimiz dünya gibi yedi tane de arz vardır.
2) Arzın veya onun semasının da yedi tabakası vardır.
Bu günkü astronomi ve kozmoloji bilgilerimizle birinci şıkkın kastedildiğini söyleyemiyoruz.
Fakat, yukarıda ifade ettiğimiz gibi, atmosferin yedi tabakasının bulunması ikinci şıkka uygun düşmektedir.
Bu ayet belki de arzın tabakalarından bahsetmektedir (mağma, litosfer, hidrosfer, vs.), bunu da göz önünde bulundurmak gerekiyor.
3) Ayeti "yedi sema ve maddeden de onların mislini yarattı" şeklinde düşünürsek, maddenin yedi tabakası şunlar olabilir: Elementer parçacıklar, atomlar, moleküller, makro moleküller (proteinler ve virüsler), DNA, tek hücreli canlılar (prokaryot bakteriler), çok hücreli canlılar (hayvanlar ve insan).

 Ayetin bu şekilde anlaşılması maddi varlığın tabakalı bir yapıda görülmesi gerektiğini düşündürecektir. Gerçekten de, bir hidrojen atomunun taşıdığı bilgi miktarı, bunu meydana getiren proton ve elektronun taşıdığı bilgi miktarindan çok fazladır.

Bu demektir ki, hidrojen atomunun bütün özelliklerini proton ve elektronun özellikleri cinsinden tarif etmek mümkün değildir. Aynı şekilde, bir su molekülünün H2O, taşıdığı bilgi miktarı, bunu meydana getiren iki hidrojen (H) ve bir oksijen (O) atomunun taşıdığı bilgi miktarından kat kat fazladır.
 Böylece madde birbirine indirgenemeyen yedi tabalı bir yapı içinde görülebilir. Buradan çok önemli felsefi sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Bunlardan biri, kimya ve biyoloji gibi bilimlerin fiziğe indirgenemeyeceği, hatta atom fiziğinin bile parçacık fiziğine indirgenemeyeceğidir.

    Bu çerçevede ayet gene "yedi sema ve maddeden de onların mislini yarattı" şeklinde anlaşıldığında, maddeyi meydana getiren atomların yedi tabakalı oluşlarına işaret ettiği düşünülebilir.

 Bu günkü fizik bilgilerimiz, hidrojenden radyoaktif elementlere kadar atomların 1'den 7'ye kadar elektron tabakalarına sahip olduğunu gösteriyor.
Periyodik Cetvelde birinci periyottaki hidrojen ve helyum atomları tek tabakalı, ikinci periyottakiler iki tabalı, …, yedinci periyottakiler de yedi tabakalı bir yapıya sahiptir. Atomların bu elektron tabakalarına atom (ve kuantum) fiziğinde "shell" (= kabuk) denilmekte ve bunlar K, L, M, …, gibi harflerle veya 1, 2, …, 7 gibi rakamlarla gösterilmektedir. Periyodik Cetvelde sıralanan atomlara baktığımızda bunlar sekiz sütun (grup) ve yedi sıra (periyot) içinde gösterilmektedir. Bu durumda periyotlar, yukarıda da belirttiğimiz gibi tabaka sayısına göre düzenlenmiş bulunuyor.

    Emr kelimesinin geçtiği yukarıdaki ayette yetenezzelül emru beynehünne (= emr bunlar arasından indirilir) ifadesi geçiyor. Bunu "yedi sema arasından" diye anlamamız gerekiyor. Bu takdirde, neden "bunlar içinden" (= fihinne) değil de "bunlar arasından" (= beynehünne) ifadesi kullanıldığını sormamız gerekiyor. Bunun cevabı şu olabilir: Emr semavatın bu gün bildiğimiz boyutlarından farklı bir boyutta indiriliyor.

    Ayette ayrıca,  Allah'ın (c.c.) herşeyi bir bilgi ile kuşatmış olduğunu açıkça bildiriyor. Bu da demektir ki, her şey bir bilgi ile birlikte vardır. Bu bilgiyi, o şeyin özelliklerini tayin eden emrler cümlesi olarak düşünebiliriz. En basit taneciklerden (mesela bir elektrondan) en karmaşık yapılara (mesela DNA'ya) doğru gidildikçe maddenin taşıdığı bilgi miktarı katlanarak artmaktadır.
      Görmediniz mi, Allah yedi semayı nasıl tabakalar halinde yaratmıştır (= elem terav keyfe halak allahu seb'a semavatin tibaka). (71/15)

      Bunlar içinde (= fihinne)  ayı bir nur, güneşi de bir ışık kaynağı yaptı (= ve ce'alel kamere fihinne nuren ve ce'aleş şemse siracen). (71/16)

      O, yedi semayı tabakalar halinde yarattı; Rahman'ın yaratmasında bir uygunsuzluk göremezsin (= ellezi haleka seb'a semavatin tibaka ma tera min halk-ir rahmani min tefavüt), gözünü çevir, bak bir çatlak görebiliyor musun? (= ferci'il basara hel tera min fütur). (67/3)

   Yukarıdaki iki ayette (7/15, 67/3) yedi semanın tabakalar halinde (= tıbaaka) yaratıldığından bahsedilmektedir. Tabak kelimesi başka bir ayette (84/19) de geçmektedir: "Siz mutlaka bir tabakadan diğerine çıkarılacaksınız (= le terkebenne tabakan an tabak)." Bu ayetteki terkebenne kelimesi "binmek" manasına gelen rakebe fiilinden gelmektedir. Bu durumda ayet: "Göklerin bir tabakasından diğerine çıkarılacaksınız" şeklinde anlaşılmaktadır. İnsanların aya çıktıklarını düşünecek olursak, ay semasını birinci tabaka olarak anlamak mümkündür. Fakat bu ayetle insanların belki güneş sistemi dışında bir yere çıkmalarına işaret edilmiş olması da mümkündür.

     Öte yandan yukarıdaki 67/3 ayetinin son kısmındaki "gözünü çevir de bak, (gökte) bir çatlak görebiliyor musun?" ifadesini, Kıyamet günü göğün çatlayacağı ve yarılıp ayrılacağını bildiren ayetlerle bağlantılı okumak gerekiyor. Bakınız: 42/5, 69/16, 73/18, 82/1. Aşağıdaki 50/6 ayetinde ise gökte bir yarık (= füruc) bulunmadığı ifade edilmektedir ki, bu ayeti de gene Kıyamet günü göğün yarılacağından bahseden ayetlerle birlikte olumakl gerekiyor.

    Yukarıdaki  71/16 ayetinde güneş ve ayın yedi göğün "içinde" (= fihinne) bulunduğu ifadesi geçiyor. Bu da yukarıda işaret ettiğimiz hususa açıklık kazandırıyor: Emr, gökler arasından iner, güneş ve ay gökler içindedir.
      Üstlerindeki göğe bakmadılar mı? Onu nasıl bina ettik ve süsledik, öyle ki onda bir yarık bile yoktur (= e fe lem yenzuru iles semai keyfe beneynaha ve zeyyennaha ve ma leha min füruc). (50/6)

   Kıyamet günü gök çatlayacak, yarılacak ve yarılıp ayrılacak (fatara, furice, şakka). Bu ayette geçen 'onda bir yarık bile yoktur' ifadesi gökteki düzenliliğe işaret ediyor. Bakınız: 42/5, 69/16, 73/18, 82/1.

      Göğü yükseltti ve mizanı vaz etti (= vessemai rafeaha ve vadaal mizan). (55/7)

      Taşkınlık ederek mizanı bozmayın (= ella tetğav fil mizan). (55/8)
   Bu ayetlerde de mizan (= denge, simetri, düzen) kelimesi geçiyor. İlk ayette (55/7) Allah (c.c.) göğü yükselttiğini ve mizanı vaz ettiğini bildirmektedir.

 Bu ayet üzerinde iki defa düşünmek gerekiyor. Birincisi, "göğün yükseltilmesi" ne demektir? Göğün genişletilmesi mi? Yoksa göğün, başlangıçta çok ince olan bir boyutunun genişletilmesi mi?
 Başka iki ayette de (13/2, 88/18) göğün yükseltildiğinden bahsedilmektedir.
Ayırca 79/28 ayetinde refe'a semkeha fe sevvaha (= onun kalınlığını yükseltti, onu düzenledi) denilmektedir.
 Bu ayetteki semk kelimesi başka hiçbir ayette geçmemektedir.
Dolayısıyle bu kelimeyi araştırmak gerekiyor. İkincisi, gene ilk ayette geçen mizan kelimesiyle kozmolojik manada bir dengeden veya simetriden bahsedildiğini kabul etmek gerekiyor.
Bir sonraki ayette (55/8) geçen aynı kelimeyi nasıl anlamalıyız. Taşkınlık ederek kozmik mizan nasıl bozulabilir? Eğer bu iki ayette geçen mizan kelimelerinin ikincisini de kozmolojik manada anlayacak olursak, o zaman bu ayette ifade edilen durumu sunnetullah ile ilgili ayetler çerçevesinde anlamaya çalışmamız gerekir.
      Allah gökleri görebileceğiniz bir direk olmadan yarattı (= haleka-s semavati bi gayri amedin teravneha); … (31/10)

      Allah … gökleri direksiz yükseltmiştir (= rafeas semavati bi gayri amedin); sonra Arş'a istiva etmiştir; güneşi ve ayı da [emriyle] musahhar kılmıştır; emri yönetir ve ayetleri açıklar … (13/2)

 İkinci ayetteki "gökleri direksiz yükseltmiştir" ifadesindeki rafea (= yükseltti) fiili hem göklerin genişletilmesi ile hem de boyut genişlemesi ile ilgili olabilir.

      Göğü, yeri ve arasındakileri bir batıl (= hayal) olarak yaratmadık (= ve ma haleknas semae vel arda ve ma beynehüma batıla); bu inkar edenlerin zannıdır (= zann-üllezine keferu); ateşten vay hallerine o kafirlerin! (38/27)
[2]

Bu Yazı, 

Yorum Gönder

 
Top