ALLAH'IN TABİAT OLAYLARINI YÖNLENDİRMESİ
Şakir Kocabaş
(Şakir Kocabaş Çalışmaları indir.)
Özet
Bu
çalışmamızda Allah'ın (c.c.) "tabiat olayı" dediğimiz olayları nasıl
yönlendirdiğini inceliyoruz. Baştan belirtelim ki, bu incelememiz tamamen
Kur’an-ı Kerim’deki ayetlere dayanmaktadır. Daha tafsilatlı bir çalışma için
konu ile ilgili hadislerin de göz önüne alınması gerekmektedir. Ancak, Kur’an
ayetleri ile Hz. Peygamber’in (s.a.s.) sözleri arasında çelişmezlik prensibine
dayanarak söyleyebiliriz ki, bu konuda Kur’an’dan çıkarılabilecek hükümler
konunun çerçevesinin doğru bir şekilde kurulması için yeterli olacaktır.
Ele aldığımız esas konumuza girmeden önce,
göklerin ve yerin yaratıcısı olan Allah’ın (c.c.) gökler ve yerdeki nizamı
nasıl kurduğu ve koruduğu ile ilgili ayetlerinden bazılarını hatırlamamız
gerekiyor. Bu maksatla önce, Kur’an’da, Allah’ın (c.c.), Gerçek Yöneten (=
Melik-ül Hakk) olduğunu anlatan ayetleri göreceğiz. Daha sonraki bölümde O’nun,
göklerdeki nizamı nasıl tesis ettiğini ve onu nasıl koruduğunu anlatan ayetleri
biraz ayrıntılı olarak inceleyeceğiz. Sonraki iki bölümde ise “fiziksel olay”
ve “tabiat olayı” kavramlarına açıklık kazandırmaya çalışacağız. Bundan sonraki
iki bölümde de esas konumuz olan, Allah’ın (c.c.), fiziksel olayları ve tabiat
olaylarını nasıl kontrol ettiği ve yönlendirdiği meselesine açıklık getirmeye
çalışacağız. Yazımız daha önce anlatılanları özetleyen bir sonuç bölümü ile son
bulmaktadır.
1.
Allah'ın "Gerçek Yöneten" (= Melik-ül Hakk) Olduğu
Kur’an’da, yaratılışla ilgili birçok ayet
Allah’ın (c.c.), göklerin ve yerin yaratıcısı olduğunu ifade etmektedir.1
Başka bir dizi ayet ise, göklerin ve yerin mülkünün O’na ait olduğunu ifade
etmektedir (= lehü mülk-üs semavati vel ard). Ancak bundan da öte, Allah
(c.c.) kendisinin Gerçek Yöneten (= Melik-ül Hakk) olduğunu
bildirmektedir:
“Gerçek
Yönetici olan Allah, yücedir; sana vahyi kaza edilmeden [tamamlanmadan] Kur’an
üzerine aceleci olma ve ‘Rabbim, benim bilgimi arttır’ de.” (Ta-Ha 20/114)
Bu
ayetten Allah’ın (c.c.) önemli bir ismini öğrenmiş oluyoruz: Melik-ül Hakk
(= Gerçek Yöneten). Bu ismin anlamı üzerinde çok durmamız gerekiyor. Kısaca
ifade edecek olursak bu ayet bize, göklerde ve yerde meydana gelen olayların
Allah’ın (c.c.) yönetim ve denetimi altında meydana geldiğini açık bir şekilde
ifade etmektedir. Göklerde ve yerde hiçbir şeyin O’nun bilgisi dışında
kalamayacağı da şu ayetlerle açık bir şekilde ifade edilmektedir:
“Allah
O’dur ki, yedi göğü ve yerden de [sayıca] onların mislini yarattı. Emr bunlar
arasından iner ki, Allah’ın her şeye gücü yeter olduğunu, ve Allah’ın her şeyi
bir bilgi ile kuşatmış olduğunu bilesiniz (= ve ennallahe kad ehata bi külli
şey’in ilma).” (Talak 65/12)
“Tanrınız, ancak kendisinden başka tanrı olmayan Allah’tır; O’nun
bilgisi herşeyi çevrelemiştir (= vesia külli şey’in ilma).” (Ta-Ha 20/98)
Görüldüğü
gibi, bu ayetler Allah’ın (c.c.) her şeyi bir bilgi ile kuşatmış ve çevrelemiş
olduğunu bildirmektedir. Ayrıca O, Kur’anda birçok ayette bildirildiği üzere: “kullarının
yaptıklarından haberdardır” (= vallahu habirun bi ma ya’meluun); “kullarının
yaptıklarını görür” (= vallahu basiyrun bi ma ya’meluun); “O,
muhakkak ki işiten ve görendir” (= innehu huves semi’ul basiyr); Mülk
suresinin 67. ayetinde ifade edildiği üzere: “O, herşeyi görür” (= innehu bi
kulli şey’in basiyr); Faatır suresi 38. ayetinde: “Muhakkak ki Allah göklerin ve yerin
gaybını (gizlilerini) bilir” (=innallahe ‘aalimül gaybis semavati vel ard);
gene aynı ayette “muhakkak ki O, sinelerin özünü bilir” (=innehu ‘aliymün bi
zatis sudur); ve Yunus suresinin 10. ayetinde de şöyle buyurulmaktadır: “…
ne yerde ve ne gökte zerre kadar (= miskale zerretin) [bir şey] Rabbinin dikkatinden
kaçmaz (= ve ma ya’zubu an rabbike), ne zerreden daha küçük, ne de daha büyük;
bunların hepsi apaçık bir kitaptadır”. Bu ayetlerden açıkça anlaşılmaktadır
ki, göklerde ve yerde olan herşey O’nun için apaçık bir kitaptır ve O’nun
bilgisi dışında hiçbir olay vuku bulmaz.
2.
Allah'ın, Göklerin ve Yerin Yönetiminin Sahibi Olması
Önceki
bölümde, Allah’ın (c.c.) Gerçek Yöneten olduğunu ve göklerde ve yerde O’nun
bilgisi dışında hiçbir şey olmadığını ifade eden ayetleri gördük. Allah (c.c.),
aynı zamanda her şeyin yönetimini (= melekut) elinde tutmaktadır. Bunu
ifade eden bir ayeti görelim:
“Yücedir O
ki, her şeyin Yönetimi O’nun elindedir (= fe sübhan ellezi bi yedihi melekutu
külli şey), ve siz O’na döndürüleceksiniz.”
(Ya-Sin 36/83)
Buraya
kadar gördüğümüz ayetlerden açıkça anlaşılmaktadır ki Allah (c.c), göklerin ve
yerin Yönetim’ini elinde tutmaktadır ve O, Gerçek Yöneten’dir. Dünyada bazı
insanlara ve toplumlara belli bir süre sınırlı bir güç vermesi ancak O’nun
dilemesiyle olmaktadır, ve O, süresi geldiğinde bu sınırlı gücü de geri alır.
Allah’ın (c.c.), göklerin ve yerin Gerçek
Yöneticisi olduğunu ifade eden ayetleri gördükten sonra, şu sorulara cevap
bulmamız gerekiyor: Allah (c.c.), gökleri ve yeri nasıl yönetmektedir? İnsan zihni Allah’ın (c.c.), gökleri ve yeri
nasıl yönettiğini kavrayabilir mi? İlk bakışta cevaplandırılması imkansız gibi
görünen bu her iki sorunun da cevabı Kur’an-ı
Kerim’den kolayca istihrac edilebilir. Aşağıdaki ayet insanları,
göklerin ve yerin yönetimi üzerinde gözlemlere ve nazari (teorik) düşünmeye
davet etmektedir.2
“Onlar
göklerin ve yerin Yönetimi üzerinde ve Allah’ın yarattığı şeyler üzerinde düşünmediler mi (= eve lem yenzuru fi
melekut-is semavati vel arda ve ma halek- allahu min şey)? Bundan sonra artık
hangi söze inanacaklar?” (A’raf 7/185)
Aşağıdaki ayet ise Allah’ın (c.c.), bu
yönetimi tam bir şekilde nasıl sağladığını ifade etmekte, ve bunun insanlar
tarafından bilinebileceğine açıkça işaret etmektedir:
“Allah O’dur
ki, yedi göğü ve yerden de [sayıca] onların mislini yarattı. Emr bunlar
arasından iner ki, Allah’ın her şeye gücü yeter olduğunu, ve Allah’ın her şeyi
bir bilgi ile kuşatmış olduğunu bilesiniz (= ve ennallahe kad ehata bi külli
şey’in ilma).” (Talak 65/12)
Ayette
geçen “emr” kelimesi göklerin ve yerin Yönetim’inin anlaşılmasında çok önemli
ve anahtar bir kelime olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayetten anlaşılacağı üzere
Allah (c.c.), gökleri ve yeri emri ile yönetmektedir. Peki “emr” nedir ve
yönetimde emrin fonksiyonu nedir? Bunu anlayabilmek için bu kelimenin ve
türevlerinin geçtiği ayetleri dikkatle incelemek gerekmektedir. Biz aşağıdaki
bölümde kısaca bu kelimenin ayetlerde neyi ifade ettiğini açıklamaya
çalışacağız. 3
3. Kur’an’da Emr Kelimesi ve Göklerdeki Nizam
Kur'anda
emr kelimesi göklerin ve yerin yaratılışı, yönetimi ve bunların sona
erdirilmesi ile ilgili ayetlerde şu üç genel çerçevede geçmektedir:4
1) Yedi göğe (semaya) Allah (c.c.) tarafından
yaratılışla birlikte vahyedilmiş [veya yüklenmiş] olan ve bunlardaki
düzenliliği sağlayan emr. (Biz buna "birincil emr"
diyoruz.)
2) Allah (c.c.) tarafından gönderilen ve
göklerde ve yerdeki olayları doğrudan dağruya etkileyen emr. (Buna “ikincil
emr” diyoruz.) Allah (c.c.), sadece kendi iznine bağlı olan ve
melekleri vasıtasıyla gönderdiği/indirdiği bu emr ile dilediği mekanda mevcut
nizamı dilediği gibi değiştirir ve daha önce görülmemiş olan yepyeni olaylar
meydana getirebilir.5
3) “Saat’in
emri” olarak ifade edilen ve göklerdeki nizamı sona erdirecek olan emr.
Şimdi
emr kelimesinin bu üç çerçevede ayetlerde nasıl geçtiğini biraz daha yakından
incelemeye geçebiliriz.
Göklerdeki nizam: Birincil emr
Emr
kelimesinin ayetlerde, “birincil emr” dediğimiz çerçevede kullanımı, Kur’an’da
“sahhara” ve “kadr” kelimeleri ile birlikte, Allah (c.c) tarafından göklerdeki
nizamın (düzenliliğin) nasıl gerçekleştirildiği ve korunduğu ile yakından
ilgilidir. Bu husus, göklere ve yere yaratılışla birlikte emr'lerinin
vahyedildiğini ve göklerin ve bunlar
içindeki bütün gök cisimlerinin durumlarının bu emrlerle korunduğunu ifade eden
ayetlerle tesbit ediliyor:
"Böylece onları [göğü ve yeri] iki günde, yedi sema olarak kaza
etti (= kada), ve her semaya [o semanın] emrini vahyetti (= ve evha fi külli
semain emreha) ..." (Fussilet 41/12)
"Güneş, ay ve yıldızlar O’nun [Allah'ın] emri ile [denge]
durumlarını korurlar (=musahharatun bi emrihi)." (A’raf 7/54, İbrahim
14/33, Nahl 16/12, Hac 22/65)
"O'nun
ayetlerinden biri de, göğün ve yerin O'nun emri ile ayakta durmasıdır (=en
tekum es semau vel ardu bi emrihi) ..."
(Rum 30/25)
"Allah'ın yerdekileri sizin kullanımınıza verdiğini (= sahhara
lekum) görmediniz mi? Gemiler O'nun emri ile akıp giderler. Göğü yer üzerine
düşmeyecek şekilde tutan O'dur ki, O'nun izni olmadıkça düşmez. Allah insanlara
karşı çok şefkatli, çok merhametlidir." (Hac 22/65)
Görüldüğü
gibi, göklerdeki nizamın kurulması ve korunması Allah (c.c.) tarafından bunlara
vahyedilmiş olan birincil emr ile gerçekleştirilmiş oluyor. Bu durumda,
göklerde meydana gelen bütün olayların (Allah (c.c.) tarafından başka bir
müdahale olmadığı takdirde) bu emre uygun bir biçimde vuku buluyor olması
gerekir.6
Bu anlayış bizi çok ilgi çekici bir bilim
kavramına götürmektedir ki, böyle bir kavramsal çerçevede bilimsel araştırmadan
gaye, Yaratıcı tarafından göklere yüklenmiş olan bu emrin dağılımını ve
yapısını anlamak ve ortaya çıkarmak olacaktır. Böyle bir bilim anlayışı, sadece
bilinen uzay içindeki nizam ve ahenk hakkında çok şeyler açıklamakla kalmayıp
aynı zamanda uzay içindeki cisimlerin yaratılış ve oluşumları konusuna da
açıklık getirmektedir. Günümüze kadar geliştirilmiş olan hiçbir kozmoloji,
evrende mikro-uzaydan makro-uzaya kadar gözlemlediğimiz son derece karmaşık ve
o derece mükemmel nizamı çelişkisiz olarak açıklayabilecek temel kavramlara
sahip değildir. Birbirinden farklı az sayıda temel fiziksel kuvvetten nasıl
oluyor da dünyadaki bu harikulade zengin fiziksel, kimyasal, biyolojik, ve
psikolojik etkileşimler ortaya çıkabiliyor? Bunun arkasındaki kozmik plan
nedir? Bu tür sorular bugün temel fizik ve kozmoloji alanında çalışan birçok
bilim adamının zihnini meşgul eden sorulardır.7
Kur’an’da birincil emr ile ilgili ayetlerden
hareketle, göklerdeki nizamın mekan (uzay?) içinde dağılmış olan emrlerin
(yönergelerin/ talimatların) etkileşimleri içinde ortaya çıktığını
söyleyebiliriz. Bu durumda emr, bütün “oluş”la ilgili çok temel bir kavram
olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu kavramı bazı teorik kavramlarla karıştırmamak
gerekiyor. Mesela enformasyon fiziğinde "enformasyon" kavramı,
fiziksel sistemlerin düzenliliğini (diğer bir deyişle negatif entropisini)
açıklamada kullanılan temel bir kavramdır.8 Ancak emr kavramı ile
enformasyon kavramı arasında önemli farklılıklar vardır. Öyle anlaşılıyor ki
birincil emr, sadece herhangi bir mekanın düzenini değil, “madde”nin de bizzat
kendisini meydana getiren bir yönerge veya yönergeler kümesidir. Buradan da emr
kavramının, enformasyon kavramından farklı olarak aynı zamanda “oluş”la ilgili
bir kavram olduğunu söyleyebiliriz. (Zaten birçok ayette “emr” kelimesi, “ol”
(= kün) kelimesiyle çok yakın bir alaka içinde geçmektedir. Bakınız:
Bakara 2/117, Al-i İmran 3/47, Meryem
19/35, Mü’min 40/68, Ya-Sin 36/82
ayetleri.)
Bu noktada, birincil emr ile tesis edilmiş
olan göklerdeki nizamın kendi kendine süresiz devam edip edemeyeceği bir soru
olarak karşımıza çıkıyor. Bu konuda bir hükme varmadan önce şu ayeti göz önünde
bulundurmamız gerekmektedir:
"Allah, gökleri ve yeri zeval bulmasınlar diye tutmaktadır.
Andolsun, zeval bulsalar Kendisinden sonra artık onları kimse tutamaz (=
yumsikus semavati vel arda en tezula, ve le in zaleta ...); şüphesiz O, çok
halimdir, çok bağışlayandır." (Fatir 35/41)
Bu
ayet birkaç ihtimali akla getiriyor. Bunlardan birincisi “tutmaktadır” (= yumsiku),
fiilini “emri ile tutmaktadır” diye anlamak mümkündür, ki bu emrin etkisi Allah
(c.c.) tarafından ortadan kaldırılacak olursa Allah’dan (c.c.) başka kimse o
nizamı geri getiremez. Yukarıda gördüğümüz Rum suresinin 25. ayeti de bunu
kuvvetlendirmektedir. İkincisi, semavattaki nizamın bozunma veya
indirgenmelerden korunmasıdır ki, ayetteki, "zeval"
kelimesinin türevi olan "tezula" kelimesi böyle bir duruma
işaret ediyor olabilir. 9
Diğer bir ihtimal de, birincil emr ile sağlanan
kozmik nizamın kendi başına süresiz devam etmesinin bu emrin hususiyeti gereği
mümkün olmadığı ve Allah'ın (c.c.), ikincil emri ile bu nizamı koruduğudur.
Ancak bu meseleyle ilgili olarak burada söylediklerimiz itibari bir çerçevede
kalmaktadır; bu yüzden bu konunun daha dikkatli bir şekilde araştırılması
gerekiyor.
Allah’ın dünyadaki olaylara müdahalesi: İkincil emr
Göklerdeki
nizam, bunlara vahyedilmiş olan birincil emr ile tesis edilmiş olduğuna göre,
şöyle bir düşünce akla gelebilir: Göklere ve dolayısıyla bunlar içindeki
sistemlere yüklenmiş olan birincil emrin tam olarak anlaşılması ile, insan, bu
sistemler içindeki bütün olayları anlayabilir ve bunlar hakkında eksiksiz bilgi
edinebilir, ve böylece de geleceği kesin olarak görebilir. (Kartezyen bilim
anlayışının bir uzantısı olan çağımız bilim anlayışının son ideali de ancak bu
olabilirdi.) Ne var ki, aşağıda tafsilatıyla açıklayacağımız gibi, mesele hiç
de bu kadar basit değildir. Bunun başlıca nedeni şudur: Emr bu sistemlere bir
defaya mahsus olarak yüklenip de bir daha değiştirilemeyen veya etkisi
aşılamayan bir şey değildir. Şu ayet özellikle bu durumu açık bir şekilde
belirtiyor:
"Allah
O'dur ki, yedi göğü ve yerden de [sayıca] onların mislini yarattı. Emr bunlar arasından iner ki (= yetenezzelul
emre beynehunne), Allah'ın her şeye gücü yeter olduğunu (= ala kulli şey'in
kadiir) bilesiniz, ve Allah'ın gerçekten her şeyi bir ilm ile kuşatmış olduğunu
bilesiniz." (Talak 65/12)
Gerçekten de, izn ve emr ile ilgili bütün
ayetlerin kavramsal çerçevesi incelendiğinde görüleceği gibi, emr sadece
birincil emrden ibaret bir olgu değildir. Diğer bir deyişle, bu günkü bilim
anlayışının farzettiği gibi gökler ve yerdeki nizama Yaratıcı tarafından hiçbir
müdahale yapılmadığı doğru değildir. Bu ayetlerden anlıyoruz ki, birincil emrin
etkileri Allah Teala tarafından gönderilen ve indirilen yeni bir dizi emr
(ikincil emr) ile etkisiz hale getirilebiliyor veya aşılabiliyor.
İkincil emr, Kur’an’da bu kelimeye uygulanan
fiillere göre, Gerçek Yöneten tarafından belirlenen (mübrim),
kararlaştırılan (mustekır), belli bir ölçü ile ölçülen (kaderen
makdura), ayırt edilen (yufraku), yöneltilen veya yönlendirilen (yüdebbir),
gönderilen (mürsil), indirilen (münzil), dağıtılan (mukassimat),
kaza edilen (kada), ve aşılanan (yülki) bir olgudur. Melekler
ikincil emr ile inerler ki, bu emr adeta göklerin (= semavat) içinden
geçer ve orada buna uyulduktan (eta) ve bu emr yerine getirildikten (mef'ul)
ve tamamlandıktan (belega) sonra Allah’a (c.c.) [O'nun nezdine]
yükselir (ya'ruc) ve O'na döner (yürci). Bu emr bazan insanlar
tarafından görülecek şekilde etkisini gösterir (zahere). İkincil emr
çevriminin tamamlanmasının hem periyodik hem de sürekli bir şekilde olduğu
anlaşılıyor.
İkincil emr çerçevesi içinde konumuzla
ilgili olarak sayılabilecek öteki ayetler de şunlardır:
"...
Allah katından bir emr..." (Maide 5/52, Duhan 44/5)
"Allah
emri belirleyendir (= mubrim)." (Zuhruf 43/79)
"Her
emr kararlatırılmıştır (= mustekir)."
(Kamer 54/3)
"[Allah] emri gökten yere yönlendirir (= yüdebbirul emri mines
semai ilel ard), sonra o, sizin ölçünüzle bin sene olan bir günde O'na yükselir
(veya çıkar = ya'ruc)." (Secde 32/5)
"[Allah] emri gönderir/indirir (= mürsil/münzil)." (Duhan 44/5,
Talak 65/5)
"Allah'ın emri ölçülmüş bir kaderdir (= kaderen makdura)."
(Ahzab 33/38)
"[Bir
gece ki] her hikmetli emr (= emrin hakim) onda ayrılır (tefrik edilir =
yufraku)." (Duhan 44/4)
"Melekler ve ruh o gecede [Kadir gecesi] Rablerinin izniyle, her bir emrle
inerler." (Kadr 97/4)
"[Allah]
bir emri kaza ettiği zaman (= iza kada emren) ona: Ol! der." (Bakara
2/117, Al-i İmran 3/47, Meryem
19/35, Mü’min 40/68, Ya-Sin 36/82)
"Allah'ın Emri gelmiştir (= eta emrullah)…" (Nahl 16/1)
"Allah'ın emri uygulanır (= mef'ula)." (Nisa 4/47)
"Allah'ın emri görünür oldu ... (= zahere emrullahi)." (Tevbe 9/48)
"[Allah'ın] emri bir göz kırpması kadar çabuktur." Kamer 54/50
"Allah
emri üzerinde (veya emrinde) galiptir (= galibun ala emrihi)." Yusuf 12/21
Kur’an’da
ikincil emrin uygulanmasında Meleklerin görevlendirildiklerine işaret eden bazı
ayetler vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
“Biz [melekler]
ancak Rabbinin emri ile ineriz (= ve ma netenezzelu illa bi emri rabbike),
...” (Meryem 19/64)
"Göklerde ve yerde bulunan gerek canlılar ve gerekse meleklerin
hepsi Alah'a secde ederler (= yescudu), ve onlar [Allah'a itaatten]
büyüklenmezler. Üstlerinde Rablerinden korkarlar, ve onlara emredileni
uygularlar (= ve yef’alune ma yü'merun)." (Nahl 16/49-5)
"[Meleklerin] söz sıraları O'ndan önce değildir, ve onlar Allah'ın
emri ile iş yaparlar (= ve hum bi emrihi ya'melun)." (Enbiya 21/27)
İkincil
emr çerçevesindeki ayetler içinde çok dikkatimizi çeken iki ayet de şudur:
“Allah’ın
izni olmadan hiçbir kimse (= nefs) ölmez, bu belli bir süreye göre
yazılmıştır...” (Al-i İmran 3/145)
"[İnsanların] her birini önünden ve arkasından izleyenler
[melekler] vardır. Onu Allah'ın emrinden korurlar (= yahfezune min emrillah).
Bir ulus (= kavm) kendi nefislerindekini değiştirmedikce Allah onun [o
ulusun]
durumunu değiştirmez. Allah bir ulusa (= kavm) kötülük murad etti mi artık onu
geri çevirecek yoktur. Zaten onların O'ndan başka koruyucularu da yoktur." (Ra’d 13/11)
Görüldüğü
gibi, birinci ayette, Allah’ın (c.c.) izni ve bununla gelen bir emri olmadıkça
bir insanın ölmesinin mümkün olmadığı ifade ediliyor. Bu ayet, birincil emrin
görünüşte oluşturduğu fiziksel şartların bir insanın ölümü için yeterli sonuç
vermeyeceğini göstermektedir. İkinci ayetteki "Onu Allah’ın emrinden
korurlar," sözü, öyle anlaşılıyor ki bu koruyucuların [meleklerin],
insanı birincil emrin dayanılmaz veya öldürücü etkilerinden koruduklarını ifade
ediyor.10
Bütün bu ayetlerden anlaşılıyor ki, göklere
(= semavat) vahyedilmiş olan birincil emr, gökler ve yerdeki dinamik
dengeyi tesis etmekle beraber, bunlarda meydana gelen bütün olayları tam olarak
açıklayamaz. Buna rağmen, birincil emrin kozmik nizam ve ahengin korunmasında
esaslı bir fonksiyonu olduğunu kabul etmek gerekiyor.
Gene bu ayetlerden görüyoruz ki, birincil
emri aşan emrin çıkartılması (veya kaza edilmesi = kada) tamamıyla
Allah’ın (c.c.) dilemesine (= şa) ve iznine bağlı. Bu çok önemlidir,
çünkü Allah’ın (c.c.) izni olmadıkça göklerin emrleri (yani birincil emr)
değişmeden işlevini sürdürür ve göklerdeki bütün mekanlar (ve dolayısıyla
bunlardaki cisimler) ihtiva ettikleri emrlerin oluşturduğu özellikleri taşımaya
devam ederler. Bu söylediklerimizi şu ayetlerle belgelendirebiliriz:
"Allah'ın yerde ne varsa sizin kullanımınıza verdiğini görmediniz
mi? Gemiler O'nun emri ile denizde akıp giderler. Göğü yer üzerine düşmeyecek
şekilde tutan O'dur ki, O'nun izni olmadıkça düşmez. Allah insanlara karşı çok
şefkatli, çok merhametlidir." Hac 22/65
"…
Güneş, Ay ve yıldızlar onun emri ile durumlarını korurlar; işte bunda akleden
bir ulus için işaretler (= ayat) vardır."
Nahl 16/12
Bu ayetlerden açıkça anlaşıldığı gibi,
göklerde ve yerdeki cisimlerin durum ve özellikleri birincil emr ile devam
ettirilmektedir ve Allah (c.c), izni ile yeni bir emr göndermediği sürece bu
durum ve özellikler devam edecektir. Göklerde ve yerdeki cisimlerin ve bunlar
içindeki güçlerin en iyi şekilde kullanılabilmesi, insanların, bunların
özelliklerini ve bunları belirleyen fiziksel kuvvetleri anlamaya çalışması ile
olacaktır. Fizik bilimlerde “temel fiziksel kuvvetler”le açıklanan düzenliliğin
aslında göklere birincil emr ile birlikte vaz edilmiş olan mizanın bir tezahürü
(görüntüsü) olduğunu söyleyebiliriz.
İnsanlar “bilimsel araştırma” dediğimiz
faaliyetlerle ancak birincil emr ve mizan ile ilgili bilgileri elde
edebilirler. Gelecekte mükemmel bir fizik bilgisine ve hesaplama gücüne sahip
olsalar bile, insanlar bununla ancak birincil emrin etkilerini ön-görebilirler.11
Biraz sonra göreceğimiz gibi, “tabiat olayları”nda Allah’ın (c.c.) emri ile
müdahalesi söz konusu olduğunda o tabiat olayı hakkında tam doğru bir öngörüde
bulunmak fiziksel metotlarla mümkün değildir, çünkü ikincil emrin ne zaman ve
mekanda etkin hale geleceğini bu metotlarla bilmek mümkün değildir.
Bu konudaki ayetler bize açıkça gösteriyor
ki, göklere yüklenmiş olan emrlerin tümünü bilebileceğimiz tam ve eksiksiz bir
bilgiye sahip olsak bile gene de dünya hakkında tam ve mutlak bir bilgiye sahip
olamayacağız. Çünkü, Allah’ın (c.c.), izni ile göndereceği, ve birincil
emrlerin etkisini aşacak emrlerin bilgisine bilimsel araştırma metotları ile
sahip olamayız. Bu da bize, mükemmel bir bilim ve teknolojiye sahip olsak bile
yalnızca Allah’a (c.c.) güvenmemiz gerektiğini hatırlatıyor.
***
Kur'anda
bazı ayetlerde akletme ile kozmolojik olayların anlaşılması arasında sıkı bir
kavramsal bağ kurulduğunu görüyoruz. Gökler ve yerdeki nizam Allah’ın (c.c.)
eseri olduğuna göre, bu eserin anlaşılması insan için en büyük amaçlardan biri
olmalıdır, çünkü Allah’ın (c.c.) büyüklüğü, ve emri ile nelere kaadir olduğu
ancak bu şekilde anlaşılabilir.
Ayrıca bu ayetler, bir yandan çeşitli
kozmolojik olayları meydana getiren emrin anlaşılması ve bu olayların
insanların faydasına kullanılmasını da teşvik etmektedir. Bu ayetler öte yandan
da insanların bunlardan ibret alarak Allah’ın (c.c.) vaadettiği ahiret
hayatının dünya hayatından çok daha üstün olduğunu kavramaya yönlendirmektedir.
Konu ile ilgili ayetlerden bazıları şunlardır:
"Andolsun göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün
değişmesinde, insanların faydalandıkları şeyleri denizde taşıyıp giden
gemilerde, Allah'ın gökten bir su indirip onunla, ölmüş olan yere hayat verip
onda her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgarları, ve yer ile gök arasında hazır
bekleyen bulutları yönlendirmesinde (=tasrif) akleden bir ulus için ayetler
vardır." (Bakara 2/164)
"Gecenin ve gündüzün değişmesinde, Allah'ın gökten bir su indirip
onunla ölümünden sonra yeri diriltmesinde, rüzgarları yönlendirmesinde akleden
bir ulus için ayetler vardır." (045.005)
"Bu örnekleri böylece ortaya koyuyoruz, ama bilginlerden başkası
onlarla [gerçeklik arasında] bağ kuramaz (= ve
ma ya'kiluha illel alimun)." (Ankebut 29/43)
Ahiret
hayatının dünya hayatından daha üstün olduğunun, ve bunun kavranılmasının
akletmek ile ilgisi şu iki ayette belirtiliyor:
"...
Ahiret yurdu sakınanlar için daha hayırlıdır. Hala akletmeyecek misiniz?"
(A’raf 7/169)
"Size
verilen herşey dünya hayatının geçimi ve süsüdür. Allah katında olanlar daha
hayırlı ve kalıcıdır. Artık akletmeyecek misimiz?" (Kasas 28/60)
Öte yandan, akletmeyenlerin hayvanlar gibi,
hatta onlardan daha da aşağı olduğunu belirten ayet ise şudur:
"Yoksa
sen onların çoğunun işittiklerini veya aklettiklerini mi sanıyorsun? Hayır,
onlar hayvanlar gibidir, hatta yolca daha da sapıktırlar (= bel hüm
edall)." (Furkan 25/44)
Aşağıdaki
ayette ise “göklerde ve yerde ne varsa hepsini” insanların kullanımına verilmiş
olduğu ifade edilmektedir:
"Göklerde
ve yerde ne varsa hepsini kendinden (= cemi’an minhu) sizin kullanımınıza verdi
(= sahhara). Elbette bunda düşünen bir ulus (= kavmin yetefekkerun) için
işaretler (= ayat) vardır." (Casiye 45/13)
Bu
ayetteki "hepsini kendinden" (= cemi’an minhu) ifadesi,
Allah’ın (c.c.), göklerde ve yerdeki cisim ve olayların ve dolayısıyla bunlara
etki eden bütün fiziksel kuvvetlerin kullanımını potansiyel olarak istisnasız,
bunları anlamaya çalışan bütün insanlığa vermiş olduğunu gösteriyor.
Bu ayette ayrıca "sahhara"
kelimesinin "düşünen bir ulus" kavramı ile alakalı olarak geçtiğini
görüyoruz. Bu da demek oluyor ki, göklerde ve yerdeki cisimlerin ve fiziksel
kuvvetlerin etkin bir şekilde kullanılabilmesi, tek tek kişilerin düşünmesinden
daha çok, bir ulus (= kavm) olarak insanların akletmeleri ve
düşünmeleriyle gerçekleşecektir. Bunun da toplumsal bir yönelim, hatta genel
bir katılımla mümkün olacağını ayrıca belirtmeye gerek kalmıyor.
Göklerdeki nizamın sonu: Saat’in emri
Kur’an’da
“Saat’in emri” (= emr-üs saah) olarak olarak isimlendirilen emr ise,
Allah’ın (c.c.) birincil emri ile tesis etmiş olduğu nizamı sona erdirecek olan
emrdir. Bununla ilgili ayetlerden anlaşıldığına göre bu emr, Kur’an’da Kıyamet
Günü (=yevm-ül kıyame) diye ifade edilen, ve yeniden yaratılışı ve Hesap
Günü’nü de içine alan bir günün başlangıcında uygulanacaktır. Bu konu,
hazırlamakta olduğumuz “Kur’an’da Kıyamet Günü” başlıklı bir yazımızda
tafsilatlı olarak ele alınmaktadır. Bu açıklamalardan sonra şimdi “fiziksel
olay” teriminin bu çerçevedeki tarifine geçebiliriz.
4. "Fiziksel Olay" Tanımı
Emr
kelimesiyle ilgili ayetler üzerindeki incelememizden sonra “fiziksel olay”
terimini bu çerçevede şöyle tanımlayabiliriz:
Fiziksel olay, göklere yaratılışla birlikte
yüklenmiş olan birincil emr ve mizan çerçevesinde ve yalnızca bu çerçevede
meydana gelen olaylar sınıfındandır. Bu tür olayların en belirli özelliği
insanlar tarafından laboratuvar ve gözlem şartlarında tekrarlanabilir
olmasıdır. Fiziksel olaylardaki sebeplilik (causality), birincil emr üzerine
kurulmuş olan mizanın (denge ve simetrinin) sonucu olarak ortaya çıkmaktadır
diyebiliriz. Sebeplilik ancak büyük etkileşimler uzayında (makro ölçekli
uzayda) görülebilmektedir. Mikro uzayda da simetri ve denge birçok türden
etkileşimde geçerlidir, fakat burada sebeplilik, ölçmede kullanılan ışığın
temel bazı özellikleri dolayısıyla yerini belirsizliğe bırakmaktadır.
Fiziksel olaylarda belirsizlik iki şekilde
karşımıza çıkmaktadır: mikro uzayda belirsizlik, ve makro uzayda belirsizlik.
Birincisinin etkileşimleri ölçmede kullanılan ışığın temel özelliklerinden
kaynaklandığını söyledik. İkinci türden belirsizliğin ise makro uzayda çok
karmaşık olayların başlangıç şartlarının tam olarak bilinememesinden kaynaklandığı
düşünülen belirsizliktir. Buna istatistik belirsizlik denebilir. Fizikçiler
makro uzaydaki birçok fiziksel olayın diferansiyel denklemlerle ifade
edilebileceğini kabul ederler. Diferansiyel denklemlerle modellendirilen
sistemlerin başlangıç şartlarının bilinmesi gereklidir. Başlangıç şartları ise
birçok fiziksel olayda tam olarak bilinememekte, buna karşılık bir çoğunda ise
istatistiksel sınırlar içinde bilinebilmektedir.
5.
"Tabiat Olayı" Tanımı
Tabiat
olayı (veya doğa olayı) terimi, dünyada veya dünyadan gözlemlenen uzayda
meydana gelen makro ölçekli olaylar için kullanılmaktadır. Güneş ve ay
tutulması, çeşitli meteorolojik olaylar, ve deprem bu çerçevedeki olaylardan
sayılmaktadır. Bu günün bilim anlayışında bütün tabiat olaylarının tamamen fiziksel
olayların bir bileşiminden meydana geldiği kabul edilmektedir. Fakat güneş ve
ay tutulması gibi oldukça hassas bir şekilde hesaplanabilen olaylara karşılık,
meteorolojik olayların ve depremlerin tam olarak hesaplanamaması ve
öngörülememesi, bilim adamları tarafından bunların “kaotik (düzensiz) olaylar”
diye ayrı bir sınıfta değerlendirilmesine yol açmıştır.
Bu sınıflandırmaya dayanarak, tabiat
olaylarında sebeplilik kavramının da iki ayrı çerçevede ele alınması
gerekmektedir. Güneş ve ay tutulması gibi olaylar uzayda gök cisimlerinin
kütlesel çekim etkisi altında yörüngelerinde aldıkları durumlarla
açıklanabilmektedir. Fakat meteorolojik ve tektonik hareketler birçok etkeni
bir arada göz önünde bulundurmayı gerektirdiğinden, bunların tam açıklamasını
yapmak mümkün olamamaktadır. Meteorolojik olaylar için “kelebek etkisi” terimi
bu durumu ifade etmek için geliştirilmiştir. Meteorolojik ve jeolojik olaylarda
gezegenlerin ve ayın uzayda dünya ve güneşe göre dizilimi, güneşte “güneş
lekeleri” diye adlandırılan patlamalar, dünyaya çarpan büyük meteorlar ve daha
birçok uzay olayları etkili olabilmektedir. Bütün bunlar, bu tür olaylardaki
belirsizlikleri arttırmaktadır.
6.
Allah'ın Fiziksel Olaylara Müdahalesi
Allah’ın
(c.c.), dilediğinde, herhangi bir zaman ve mekandaki fiziksel olaylara ikincil
emri ile müdahale edebileceğini yukarıda ayetlere dayanarak ifade etmiştik.
Allah’ın emri bir mekana gelip uygulandığında şu üç tür etkiyi meydana
getirebilir: 1) Birincil emrin engellenmesi, 2)
Birincil emrin güçlendirilmesi,
3) İkincil emr ile tamamen farklı
ve yepyeni etkilerin meydana getirilmesi.
İlk
durumda, Allah’ın emri (ikincil emr), daha önceden mevcut nizamı oluşturduğu
birincil emri ile, onun etkilerini ortadan kaldıracak veya zayıflatacak şekilde
etkileşir.
İkinci
durumda ise birincil emrin etkisini arttıracak şekilde onunla etkileşir;
böylece onun etkisini güçlendirir, veya odaklandırır.
Üçüncü
durumda ise, Allah’ın emri ya yeni mekan oluşturarak, veya mevcut mekandaki
emrlerle etkileşerek daha önce görülmemiş yeni etkiler meydana getirir.
7.
Allah'ın “tabiat olayları”na müdahalesi
Allah’ın
(c.c.), tabiat olayı dediğimiz meteorolojik ve jeolojik olaylara müdahale
ettiği ve onları yönlendirdiği, Kur’an’daki bazı ayetlerde açık bir şekilde
bildirilmektedir. Bunlardan bazılarını birazdan göreceğiz. Önce Allah (c.c.)
tabiat olaylarına müdahale ettiği zaman neler olabileceğini düşünelim. Böyle
bir durumda dört farklı sonuç ortaya çıkabilir:
1) Tabiat olayının başlamasının öne alınması veya geciktirilmesi ve başlangıçta birincil emre bağlı olarak gelişen tabiat olayının insanlar üzerinde muhtemel yıkıcı etkisinin dağıtılması,
2) Tabiat olayının etkisinin toplanması ve odaklanması,
3) Tabiat olayının etkisinin arttırılması,
4) Etkisi fiziksel olarak hissedilen [algılanan], fakat daha önce görülmemiş türden tabiat olaylarının meydana getirilmesi. Şimdi Kur’an’da bu dört ayrı duruma işaret eden bazı ayetleri görelim:
1) Tabiat olayının başlamasının öne alınması veya geciktirilmesi ve başlangıçta birincil emre bağlı olarak gelişen tabiat olayının insanlar üzerinde muhtemel yıkıcı etkisinin dağıtılması,
2) Tabiat olayının etkisinin toplanması ve odaklanması,
3) Tabiat olayının etkisinin arttırılması,
4) Etkisi fiziksel olarak hissedilen [algılanan], fakat daha önce görülmemiş türden tabiat olaylarının meydana getirilmesi. Şimdi Kur’an’da bu dört ayrı duruma işaret eden bazı ayetleri görelim:
“Görmedin mi, Allah, bulutları sürer, sonra
onları birbirine geçirir, sonra onları birbiri üstüne yığar [sıkıştırır],
arkasından yağmurun çıktığını görürsün, gökte dağ [gibi bulutlardan] bir dolu
indirir ve onunla dilediğini vurur (= fe yusiybu bihi men yeşa), ve
dilediğinden de onu öteye çevirir (= ve yusrifuhu an men yeşa): şimşeğinin
parıltısı ise neredeyse gözleri alır.”
(Nur 24/43)
Bu
ayetteki “onunla dilediğini vurur, ve dilediğinden de onu öteye çevirir”
ifadeleri yukarıda sıraladığımız birinci ve ikinci tür sonuçları ifade
etmektedir. Öteki iki duruma örnek sayılabilecek ayetler de şunlardır:
“Aad
[ulusu] yeryüzünde haksız olarak büyüklük tasladılar (= festekberu fil ardi bi
gayril hakk) ve: ‘Bizden güçlü kim var?’ dediler. Onları yaratan Allah’ın
kendilerinden güçlü olduğunu görmediler
mi? Bizim ayetlerimizi de inkar ediyorlardı.” (Fussilet 41/15)
“Biz de
onlara [Aad ulusuna] dünya hayatında rüsvay edici azabı tattırmak için o
uğursuz günlerde, üzerlerine uğultulu bir kasırga gönderdik. Ahiret azabı ise
daha da rezil edicidir; onlara hiç yardım da edilmeyecektir.” (Fussilet
41/16)
“Aad
[ulusu] uğultulu, azgın bir kasırga ile helak edildiler.” (Haakka
69/6)
“[Semuud
ulusu] Rablerinin emrine baş kaldırdılar; bu yüzden onları, bakıp dururlarken o
korkunç ses [gök gürültüsü] (= saika) yakaladı.” (Zariyat
51/44)
Son
ayetteki “korkunç ses” daha önceden görülmemiş bir “tabiat olayı”na örnek
olarak gösterilebilir. Lut ulusu da, yerin bütün bir şehri içine alacak şekilde
çöktürülmesi ve ayrıca üzerlerine lav taşları yağdırılmak suretiyle yok
edilmişlerdir:
“[Melekler]
dediler: Ey Lut, biz senin Rabbinin elçileriyiz; onlar sana asla dokunamazlar.
Gecenin bir kısmında aileni yürüt; içinizden karından başka hiçbiriniz geri
dönüp bakmasın, çünkü ötekilerine erişen [azap]
ona da erişecektir. Başlarına gelecek azap sabah vaktidir. Sabah da yakın değil
mi?” (Hud 11/81)
“Emrimiz
gelince oranın altını üstüne getirdik; üzerlerine de taş yağdırdık: Çamurdan
pişmiş, hazırlanmış, istif edilmiş.”
(Hud 11/82)
Bu
ayetler fazla yorum yapmaya gerek olmayacak şekilde, açıkça bu ulusların
“tabiat olayları” dediğimiz olaylarla nasıl yok edildiklerini anlatmaktadır.
İşte
şimdi burada, konumuz açısından son derece önemli iki soru karşımıza
çıkmaktadır: Allah (c.c.) “tabiat olayları” dediğimiz olaylarla insanları bazan
çok şiddetli bir şekilde cezalandırıyorsa, bu cezalandırmanın sebepleri
nelerdir? Bu cezalandırmanın nasıl gerçekleşeceği önceden tahmin edilebilir mi?
Bu soruların cevabı gene Kur’an’da “sunnetullah” kelimesinin geçtiği
ayetlerde bulunmaktadır. Kur’an’da “sunnetullah” kelimesi Allah’ın
(c.c.), insanlar ve insan topluluklarının davranış sınırları için vaz etmiş
olduğu değişmez yasalarını ifade etmektedir, öyle ki, bu yasaların Peygamberler
(a.s.) için bile değiştirilmesi söz konusu değildir:
“ … Allah’ın yasasında bir değişiklik bulamazsın
(= fe len tecide li sünnetillahi tebdila); Allah’ın yasasında bir sapma da
bulamazsın (= ve len tecide li sünnetillahi ta’dila).” (Faatır 35/43)
Kur’an’da
bu yasalar bazı ayetlerde, “öncekilere uygulanmış olan yasalar” (= sünnetül
evveliyn) diye de isimlendirilmektedir. Bunların hükümleri, yani hangi
durumlarda insanların bu dünyada nasıl cezalandırıldıkları Kur’an’da “hakk”
ve “sünne” kelimelerinin geçtiği ayetlerden çıkartılabilir. Bu yasaların
uygulanma şartlarından bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
-
Yeryüzünde [haksız yere] büyüklük taslamak.
-
Yeryüzünde kötülük tuzakları kurmak.
-
İnsanlar arasında insafı emredenleri öldürmek.
-
Şeytan’a bağlı olanları (= şeyatin) Allah’a (c.c.) karşı dostlar
edinmek.
Şimdi bunlarla ilgili ayetleri görelim.
Bunlardan ilki, yeryüzünde haksız olarak büyüklük taslamak ile ilgilidir:
“Aad [ulusu] yeryüzünde haksız olarak büyüklük tasladılar (= festekberu
fil 'ardi bi gayril hakk) ve ‘bizden daha kuvvetli kim var?’ dediler (= men
eşedde minna kuvveten); onları yaratan Allah’ın kendilerinden daha kuvvetli
olduğunu görmediler mi (= eve lem
yerav ennallahullezi halekahum huve eşeddu minhum kuvveten)? Bizim ayetlerimizi
de inkar ediyorlardı.” (Fussilet 41/15)
Aad ulusu yaptıkları kötülüklerin
karşılığını bu dünyada şiddetli bir kasırga ile ödediler:
“Biz de
onlara [Aad ulusuna] dünya hayatında rüsvay edici azabı tattırmak için o uğursuz
günlerde, üzerlerine uğultulu bir kasırga gönderdik. Ahiret azabı ise daha da
rezil edicidir; onlara hiç yardım da edilmeyecektir.” (Fussilet 41/16)
Yeryüzünde kötülük tuzakları kurmak da,
dünyada cezalandırılmayı hak ettiren büyük günahlardandır:
“Yeryüzünde büyüklük taslamak ve kötülük tuzakları kurmak (= istekberan
fil ardi ve mekres seyyie); kötülük tuzakları ancak sahiplerine dolanır; onlar
öncekilerin yasasından başkasını mı bekliyorlar? Allah’ın yasasında bir
değişiklik bulamazsın; Allah’ın yasasında bir sapma da bulamazsın.” (Faatır 35/43)
Kötülük tuzakları kuranlarla ilgili olarak
aşağıdaki ayetleri de göz önünde bulundurmak gerekiyor:
“Kötülük tuzakları kuranlar (= e fe minellezine mekerus seyyiat)
Allah’ın kendilerini yerin dibine geçirmeyeceğinden (=en yahsifallahu bihim il
ard), veya kendilerine düşünemeyecekleri bir yönden (= min haysu la yeş'urun)
azabın gelmeyeceğinden emin mi oldular?”
(Nahl 16/45)
“Yahut dolaşıp dururlarken [Allah'ın azabının] kendilerini yakalamayacağından
emin mi oldular? Üstelik onlar bunu engelleyici de değillerdir.” (Nahl 16/45)
“Yahut da kendilerini azar azar yakalayıp helak etmesinden emin mi
oldular? Süphesiz Rabbiniz çok şefkatlidir, çok merhametlidir (= fe inne
rabbekum le raufun rahiym).” (Nahl
16/45)
Son ayetteki "Rabbiniz çok
şefkatlidir, çok merhametlidir" ifadesi Allah’ın (c.c.), zulme
uğrayanları fesatçıların zulmünden bu şekilde kurtaracağına işaret olarak kabul
edilebilir.
Bu ayetlerden bu tür sinsi fesatçıların
dört ayrı şekilde cezalandırılabileceği anlaşılmaktadır:
1) Allah’ın (c.c.) kendilerini büyük bir felaketle
yerin dibine geçirmesi.
2) Kendilerine hiç düşünmedikleri bir
yönden azap gelmesi.
3) Yeryüzünde dolaşıp dururken canlarının
alınması.
4) Azar azar güçlerinin ellerinden alınıp
ortadan kaldırılmaları.
Haksız yere Allah’ın Elçilerini öldürenler
veya onları zorla yurtlarından çıkartanlar da bu yasalar çerçevesinde helak
edilmişlerdir (bakınız İsra 17/76-77). İnsanlar arasında haksız yere insafı
emredenleri öldürenler de bu yasalar çerçevesinde cezalandırılır:
“Allah’ın ayetlerini inkar edenler, haksız yere peygamberleri öldürenler
ve insanlar arasında insafı emredenleri öldürenler yok mu, onları acı bir azab
ile müjdele!” (Al-i İmran 3/21)
Şeytan’a bağlı olanları (= şeyatin)
Allah’a (c.c.) karşı dostlar edinenleri bekleyen sonuç da aşağıdaki ayetlerde
ifade edilmektedir:
“O [Allah] bir topluluğa hidayet verdi, bir topluluğa da sapıklık hakk
oldu; çünkü onlar Şeytan’ın takipçilerini (= şeyatin) Allah’a karşı dost
edindiler ve kendilerinin doğru yolda olduklarını hesap ettiler (= yahsebune
entüm mühtedun).” (A’raf 7/30)
“Biz, onlara birtakım arkadaşlar [şeyatin] sardırdık (= kayyedna lehüm
kurenae); bunlar önlerinde ve arkalarında ne varsa onlara süslü gösterdiler;
kendilerinden önce gelip geçmiş olan cin ve insan ümmetlerine vaki söz onlara
da hakk oldu; onlar hep hüsranda idi.”
(Fussilet 41/25)
Bu son ayetteki “kendilerinden önce gelip
geçmiş cin ve insan ümmetlerine vaki söz onlara da hakk oldu” ifadesinin, daha
önce uygulanmış olan bu yasalara işaret ettiği anlaşılmaktadır.
Buraya kadar anlattıklarımız Allah’ın (c.c.), insanlar ve insan
toplulukları tarafından sınırları aşıldığı takdirde dünyada mutlaka cezalandırılacakları ile
ilgili yasalarıdır. Yukarıda sorduğumuz son soruya dönecek olursak: Bu
cezalandırmanın nasıl gerçekleşeceği önceden tahmin edilebilir mi?
Sünnetullah’ın hangi “tabiat olayı” veya “fiziksel olay” ile ve nasıl
yerine getirileceğini bilmek mümkün değildir. Ancak böyle bir felaketi
hazırlayan sınır şartlar Kur’an ayetlerinde bildirildiğine göre, bu şartların
gerçekleşip gerçekleşmediği, içinde yaşanılan toplumun davranışları yakından
gözlemlenerek anlaşılabilir.
Allah’ın (c.c.) geçmiş bazı ulusları nasıl cezalandırdığına dair Kur’an’da
birçok ayet bulunmaktadır ki bunlardan bazıları günümüzün şartlarıyla da ilgili
görünmektedir:
"Nice
kent var ki Rablerinin ve O'nun elçilerinin emrinden çıktılar (= 'atet an emri
rabbiha), biz de onları çetin bir hesaba çektik (= hasebnaha hisaben şedida),
ve onları görülmemiş şekilde cezalandırdık." (Talak 65/8)
"Biz
bir ülkeyi (= karye) helak etmeyi murad ettiğimizde onun varlıklılarına
emrederiz (= emerna mutrefiha). [Buna rağmen] orada sapkınlık yaparlar (= fe
feseku), böylece ona söz hakk olur, Biz de orayı darmadağın ederiz." (İsra
17/16)
"Biz
onlara zulmetmiyorduk, fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı. Rabbinin
emri geldiği zaman (= lemma cae emru rabbike), Allah'tan başka çağırdıkları
tanrıları, kendilerinden hiçbir şeyi savamadıkları gibi onların ziyanlarını
arttırmaktan başka da bir işe yaramadı." (Hud 11/101)
Bu ayetlerden başka son olarak, gelecekte
neler olacağına dair şu ayet son derece dikkat çekicidir:
“Hiçbir kent yoktur ki Kıyamet Günü’nde önce Biz onu helak etmeyelim,
veya şiddetli bir azap ile azaplandırmayalım; bu Kitap’ta yazılıdır (= ve in
min karyetin illa nahnu mühliküüha kable yevm-il kıyameti ev muazzibuuha azaben
şediyda, kane zalike fil kitabi mestuura)”
İsra 17/58
Bu ayetlerin bildirdiği gerçekler ortaya
çıkmadan önce bunları karşılamaya nasıl hazırlanmak gerekiyorsa öyle
hazırlanmak düşünen, akleden ve ibret alan insanların bundan sonraki görevi
olacaktır.
Sonuç
Kur’an’daki birçok ayet, Allah’ın (c.c.),
göklerin ve yerin Yaratıcısı ve Gerçek Yöneticisi olduğunu bildirmektedir. O,
herşeyi yani bütün yarattıklarını bir bilgi ile kuşatmış ve çevrelemiştir.
Göklerde ve yerde hiçbir şey O’ndan gizli kalmaz. Allah (c.c.), göklere
yaratılışla birlikte yüklediği emr ve vaz ettiği mizan çerçevesinde oluşan
“tabiat olayı” veya “fiziksel olay” dediğimiz olayları, gene emri ile dilediği
gibi yönlendirebilir. Dilediği kullarını onunla cezalandırır, ve
dilediklerinden de onun yıkıcı etkisini uzaklaştırır. Allah (c.c.), Kur’an’da “sünnetullah”
adı ile anılan yasaları ile, insan topluluklarını ve ülkeleri hangi şartlarda
toplu cezalara çarptırdığını bildirmektedir. Bu yasalar, göklere yaratılışla
birlikte vaz edilmiş olan “mizan” ile de yakından ilgilidir. Bu yasaların sınır
şartları iyi bilindiği takdirde bunların hangi şartlarda uygulanacakları da
tahmin edilebilir, ancak (Allah’ın bildirdiği müstesna) tam olarak ne zaman ve
nasıl uygulanacakları bilinemez. İnsanlar toplumlar olarak, göklerde ve yerde
meydana gelen olayları en mükemmel şekilde araştırmalı ve gerçeği bütünüyle
anlamaya çalışmalıdır. Bu araştırmayı tam yapabildikleri ve insafı
terketmedikleri zaman Allah’ın (c.c.) kudretini daha iyi takdir edecekler,
Kur’an’da tekrar tekrar yazıldığı üzere ahiret hayatının dünya hayatından çok
daha üstün olduğunu idrak edecekler ve buna göre hayatlarına daha iyi bir yön
verebileceklerdir. Her şeyin en doğrusunu Allah (c.c.) bilir. Vesselam.
Notlar
1 Kur’anda “gökler ve yer” olarak ifade edilen
aleme biz belki yanlış olarak “evren” veya “kainat” diyoruz, ki bu kelimelerin
yerinde olup olmadığı araştırılmalıdır. İngilizce literatürdeki “universe”
kelimesinin yerinde olmadığı David Deutsch gibi “çoklu evren” (= multiverse)
düşüncesindeki bazı fizikçiler tarafından tartışılmaktadır. Kur’an’da “gökler ve
yer” ifadesinin kullanılması, “yer”in, yani dünya gezegeninin, insanı ve
milyonlarca değişik türden canlıyı üzerinde taşıması ve uzayda çok özel bir
yeri olmasındandır diye düşünülebilir. Dünya gezegeninin bu özel durumu son
yıllarda birçok teorik fizikçi ve kozmoloji bilgininin merak konusu olmaktadır.
(Bakınız: Ref. 7–b).
2 Bu
ayetteki “yenzuru fi” ifadesi hem gözlemi hem teorik düşünceyi ifade etmektedir
ki Klasik Devir müslüman düşünürleri tarafından kullanılan “nazariye” (= teori)
terimi bu kelime kökünden türetilmiştir.
3
Kur’an’da
“emr” kelimesi üzerine yaptığımız ayrıntılı bir çalışma için bakınız:
- Kocabaş, Ş. “İslam’da
Bilginin Temelleri”. İz Yayıncılık,
Istanbul, 1997.
4 Kur’an’da emr kelimesi bunlardan başka
çerçevelerde de geçmektedir. Tafsilatlı bilgi için Ref. 3’e bakınız.
5 Şunu belirtmemiz gerekir ki, “emr” kelimesi
Kur’an’da “birincil emr” ve “ikincil emr” diye sınıflandırılmamıştır. Biz bu
terimleri sadece bu kelimenin Kitap’taki iki farklı kullanımını belirtmek için
böyle isimlendirdik. Fakat böyle bir ayırımın yerinde olduğu, Kur’an’da emr
kelimesinin aldığı zamirlerden kolayca anlaşılabilir. Bizim “birincil emr”
olarak isimlendirdiğimiz kullanım ayetlerde üçüncü tekil şahıs zamiri ile
“O’nun emri” şeklinde, “ikincil emr” dediğimiz kullanım ise “Allah’ın emri”,
“emrimiz”, veya sadece “emr” kelimesiyle ifade edilmektedir.
6 Bu emrin, göklerin adeta bir “işletim
sistemi”, veya fizik-öncesi bir evrene yüklenen bir çeşit "yazılım"
olup olmadığı, üzerinde ciddi olarak düşünülmeye değer bir konudur.
7 Bakınız:
a
- Davies, P. (1992). “The Mind of God”. Touchstone Books, New York.
b
- Barrow, J.D. & Tipler, F. (1996). “The Anthropic Cosmological
Principle.” Oxford University Press, Oxford.
8 “Enformasyon fiziği” için bakınız: Stonier,
T. (1990). Information and the internal structure of the universe. London:
Springer-Verlag..
9
Fizikte evrendeki maddi varlığın temel unsurları olarak kabul edilen bazı
elementer parçaçıkların sakınım kuralları denilen simetri prensipleri
çerçevesinde bozunma veya indirgenmelerden korunmuş olması dikkat çekicidir.
Örnek olarak, nötronların aksine, gene maddi varlığı meydana getiren atomların
yapı taşlarından olan protonların daha küçük parçaçıklara (mezonlara ve
leptonlara) indirgenmeden süresiz veya çok uzun süre kalabilmesini
gösterebiliriz. Proton ve nötronlarla ilgili “baryon sakınımı” adı verilen
simetri prensibi etkili olmasaydı atomik yapıların, ve dolayısıyla da canlı
hatta cansız varlıkların oluşması mümkün olmazdı.
10 Bu konu ile ilgili daha tafsilatlı
açıklamalar için Ref. 3’e bakınız.
11 Buna rağmen biz, bu yönde sürekli çalışmanın
gerektiğine inanıyoruz, çünkü ancak bilgi sahipleri bu tür bilginin sınırlarını
bilebilirler, ve Allah’ın kudretini daha gerçekçi olarak takdir
edebilirler. Ayrıca şu ayeti de
unutmamak gerekiyor: “…De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? …” (Zümer
39/9)
Yorum Gönder