Menu
 

“Bir dine sahip değilim. Ama eğer dinlerden birini seçecek olsaydım, Şeriati’nin dinini seçerdim.” 
Varoluşçuluk akımının önde gelen isimlerinden Sartre bu cümlesiyle ifade etmişti Şeriati’nin İslam düşüncesindeki yeri ve önemini. Şeriati ise yine bir konuşma metninden itina ile derlenen “Dine Karşı Din” isimli kitabında Sartre’ı doğrulamakla kalmıyor, din, dinsizlik, küfür gibi kavramlara önemli açılımlar getiriyor.

 Tarih boyunca yaşanan savaşların din ile dinsizlik arasında değil, yine din ile din arasında cereyan ettiğini söylüyor ve ekliyor: Küfür de bir dindir! Bu düşüncesini, kitabının girişindeki şu cümlelerle özetliyor:
“Bu başlıktan dolayı (kitabın isminden) dolayı zihinlerde bir tereddüt doğması ve anlamının ilk başta açıkça anlaşılamaması mümkündür. Bunun sebebi de şudur: Şimdiye kadar biz dinin küfre karşı olduğunu ve öteden beri de bunun böylece süregeldiğini sanmışızdır. Bu sanımıza göre, tarih boyunca savaşlar din ile dinsizlik arasında olagelmiştir. Bu sebeple, başlık ilk bakışta garip, anlamı kapalı, şaşırtıcı ve kabul edilemez görünebilir. Oysa ben belki de daha önceleri sezmekte olduğum; ancak, tam bilincine son zamanlarda vardığım bir gerçeğin farkına varmış bulunuyorum: Bu düşüncenin aksine, tarih boyunca her zaman din ile din çarpışmıştır, yoksa hiçbir zaman bugün anladığımız anlamıyla din ile dinsizlik savaşı görülmemiştir.”

Ve Şeriati, bu düşüncesiyle her zamanki gibi ezber bozan bir duruş sergiliyor. Ayrıca “Din halk yığınlarının afyonudur.” sloganını da ele alarak bu düşüncenin İslamî açıdan eleştirisini yapıyor.

Şirk Dini

Tağuta kulluk dininin iki boyutundan ilki, başka bir kalıba girmeden, açık ve aleni bir biçimde kendini ifade eden ve adına şirk denen biçimdir. Günümüzde Afrika'da olduğu gibi. Afrika'da şirk dini halen varlığını sürdürmektedir. Çok açık bir biçimde birden fazla ilaha, birden çok mabuda inanan bir din. Halen güzellik boncuğuna inanan, her kabilenin ibadet ettiği bir tabusu, bir kutsal hayvanı bulunan bir din. Bu tip dinler hala mevcuttur. Kendini açık bir biçimde ifade eden, iç yüzünü gizlemeden yaşam biçimini ortaya koyan tağuta kulluk dinine, yani MELE (toplumun ileri gelenleri, söz sahipleri. Bkz. 7/Araf Suresi 60,66,75) ve MÜTREFİN (sorumsuzca yaşayanlar, sefahate dalanlar ve şımarıklık içinde yaşayan müsrifler. Bkz. 56/Vakıa Suresi 45,) dinine karşı mücadele etmek kolaydır. 

Tehlikeli olan, şirk ve tağutun, tevhid kisvesine bürünerek mele ve mütrefinin elinde bir malzeme haline gelmesidir. İşte asıl tehlike burada yatmaktadır ki bu,şirk dininin tarihte tezahür eden ikinci biçimidir. lşte burada tağutperestlik, tevhid maskesine bürünerek tevhid dinine musallat olur. Tağuta kulluk edenler Allah'a kulluk adıyla, Allah'ın samimi kullarını ve rabbani hareketin gerçek önderlerini ortadan kaldırmayı hedefler. Ve bu, çok tehlikeli bir durumdur. Girdiğim "İslam Tarihi" derslerinde her zaman tekrar ettigim, herkesin de malumu olan sürekli sorduğum bir soru var ki eğer bu sorunun doğru cevabı bulunursa toplumsal problemler de dahil bütün sorunlar çözülecektir. 

Soru şu:
Bir toplumda iki kişi ortaya çıkıyor ve dini orada hakim kılmak istiyor. Bunlardan biri (Hz. Ali), yenilgiye uğruyor; diğeri (Hz. Muhammed) ise, muzaffer oluyor. Neden dersiniz? Miladi yedinci asırda yaşayan bir Arap, Peygamber. Din aynı din, dil aynı dil, dönem aynı dönem, Kur'an aynı Kur'an, ilah da aynı ilah ve her ikisi de aynı şeye davet ediyor. Fakat biri kazanıyor, diğeri kaybediyor. Neden? 
Bu soruyu sorduğum da bazıları dehşet verici, tüyler ürpertici cevaplar verdi. Dediler ki: Ali uzlaşmacı olmadığı için, haksızlığa hiçbir şekilde tahammül edemediği için, baskıya ve zulme sessiz kalamadığı için, keskin ve kararlı bir kişiliğe sahip olduğu için. İyi güzel de bütün bunlar Ali için olumlu iken, -haşa- Peygamber için olumsuz bir durumu ortaya koymuş oluyor. Sanki muzaffer olan -haşa- öyle değilmiş gibi! Uzlaşmacı olmamak, baskıya ve zulme sessiz kalmamak gibi özelliklerin Ali'nin yenilgisinde birer etken olduğu doğrudur. Ancak başka bir etkene bakmak lazım. Zira asıl etken bu değil. Yani peygamber zamanın da olmayan ve Ali döneminde ortaya çıkan bir etkeni araştırmak gerekir. Bunun ne olduğu da açıktır. 

Bu etken tağuta kulluk dini idi. Bu etken ırkçılığa, kabileciliğe, sınıflaşmaya dayalı putperestlik dini, yani şirk diniydi. Kısacası mele ve mütrefin, yani Kureyş'in malzeme olarak kullandıkları din. Şirk dini, peygamber döneminde hicapsızdı, açık ve netti. Ebu Süfyan, Ebu Cehil ve Ebu Leheb açık bir biçimde şunu ifade ederlerdi:
"Bunlar, bizim putlarımızdır. Bu evi (Kâbe) koruyup kollamalıyız. Zira Kureyş ekonomisinin ve efendiliğinin ayakta durması, bunlara bağlıdır. Bizim dünyada ve diğer Arap kabileleri arasındaki azametimiz, konumumuz ve haysiyetimiz; bu evin ve putların velayetinin bizde olmasına bağlı. Bunlar bize atalarımızdan kalan "gelenekler" ve inançlardır (Esatirul evvelini/ öncekilerin masalları). Bizim başka bir şeye inanmamız mümkün değil, bu putların savunucusuyuz."
Bütün bu sözleri açık ve samimi olarak söylüyorlardı. Bu nedenle bunlarla mücadele etmek ve bunları yenilgiye uğratmak mümkün ve kolaydır. 

Nitekim Peygamber'in muvaffakiyetinin sebebi de budur. Biz burada sosyolojik ve tarihi etkenlere dayanarak konuşuyoruz. Gaybi etkenlere gelince, onları ne ben bilebilirim ne de bir başkası. Ali maske giymiş kimselerle savaşıyordu. Bu maske neydi? Şirk ordusunun üzerine geçirilen tevhid maskesi. Artık Ali, putların savunucusu olan bir Kureyşhye karşı kılıç kuşanmıyordu; bilakis kılıç çektiği adam (sözde) Kabe'nin savunucusuydu. Artık mızrakların ucuna takılan "Muallakat-ı Seb'a" değil; bir şiar olarak mızraklara takılan Kur'an'dı. Böyleleri ile mücadele etmek zordur. 

Bugün artık şirk ne yapıyor? Cihada gidiyor, İslami fetihler yapıyor, mihrabı var, görkemli camiler inşa ediyor, bu camilerde cemaat namazı ikame ediliyor ve Kur'an okunuyor. Bütün İslam alimleri ve kadılar bu dine tabidir ve dini şiarların, Peygamber dininin savunucularıdır. Ancak bu, işin şekli boyutudur, işin özü ve ruhu ise şirke dayanmaktadır. Dost kisvesine bürünmüş bir düşman ile mücadele etmek; tevhid diniyle savaşmak amacıyla takva ve tevhid elbisesine bürünen şirk dini ile savaşmak zordur. O kadar zordur ki Ali dahi bu mücadeleyi kaybediyor. 

Tarihteki bütün ıslahat hareketlerinde ve toplumsal olaylarda kendi toplumlarına karşı doğrudan mücadeleye girişen ve onları hakimiyeti altına almak isteyen yabancı düşmanlara karşı kolaylıkla zafer kazanmış ve düşmanları püskürtmeyi başarmış hareket önderlerine rastlamaktayız. Yabancı düşmanın ve yabancı ırkın dünya çapında sahip olduğu bunca azamet ve görkeme rağmen, bu rehberlerin ve mücahiderin kıyamı onları yok etmiştir. 

Fakat dünyanın en güçlü ordusunu yenilgiye uğratan bu kahramanlar, bu milleti içeriden felakete sürükleyen etkenlere karşı mücadeleye giriştiğinde yenilgiye uğramakta ve düşmanı toplumun dışına uzaklaştırmaya güçleri yetmemektedir. Üstelik bunlar öyle sadece bir kişi, iki kişi, on kişi değil. Radhakrishnan'ın ifadesiyle : 
 "Zorbalık ve hile takva elbisesine büründüğü gün, işte o zaman tarihin en büyük faciası gerçekleşmiş ve tarihe musallat olan en büyük güç meydana gelmiştir." 
Bu nedenle şirk dininden söz edildiğinde sadece geçmişte birden fazla şeye, hayvana, ağaca veya puta tapan ve zaten sonradan lbrahim Peygamber ve Peygamberimiz tarafından ortadan kaldırılan din anlaşılmamalı. 

Aksine şirk dini, mele ve mütrefinin tekelinde bulunan halkın dini duygularının ta kendisidir ki; mele ve mütrefin her zaman toplumda hakim sınıf olmuştur. Dolayısıyla şirk dini yok olmamıştır ve bu şekliyle yaşamaktadır. Bu nedenle 17.-18. ve yeni yüzyıl aydınları bu dine karşı mücadele ve muhalefet ettiler. Halkı perişan eden, onları felakete sürükleyen dine itiraz ettiler. Halkı esarete, zillete, zafiyete ve sorumsuzluğa alıştıran dine karşı kılıç kuşandılar. Toplumdaki ırkçılığı, sınıflaşmayı, grupsal bölünmeleri koruyan ve kollayan dine karşı mücadele ettiler. Bunca şeyden sonra şu sonuca varmakta da haklıydılar: 

"Bu din, ilerlemeye, gelişmeye, özgürlüğe ve eşitliğe karşıdır." Dini bir kenara bırakarak olağanüstü zaferlere imza atan Avrupalı aydınlar, din konusundaki yargılarında haklı olduklarını tecrübeyle ortaya koymuşlardır. Din adına üretilen ve üretilmekte olan bu hurafelerden, bu zilletin ve uyuşturan zehrin etkisinden halkı kurtarmak ve özgürleştirmek için mücadele eden (ki bütün peygamberler bunlara karşı yenilgiye uğramıştır. Üstelik tarihte sadece peygamberler bunlara karşı mücadele etmiştir, başkası değil.) bu özgürlükçü aydınlar bir yerde yanılgı içindedirler ki aynı hatayı biz dindarlar da yapmaktayız. 


 Kitabı incelemek için buraya tıklayınız.
Ali Şeriati'nin diğer kitaplarını incelemek için buraya tıklayınız.

Yorum Gönder

 
Top